28 Kasım 2015 Cumartesi

Şeytanlarımla Baş Başayım || River || Tanıtım

Gecenin ıssız ve soğuk karanlığında, şehri sokak lambalarının ve açık birkaç dükkanın loş ışıklarının aydınlattığı ortamda bir kadın polis dedektif arkasında kalan yorgun bir günü bitirmek üzeredir. İki şeritli bir caddenin orta yerine geldiğinde bir an duraksar. Bir arabanın ona doğru geldiğini gördüğü esnada karşı kaldırıma geçmek yerine ona gelen tehlikeyi bekler. Bu çoktan kaderini kabullenmiş hali, bir tükenmişliğin bir çaresizliğin neticesi olabilir mi? Beklenen olmuş, trajik bir sonla biten hayat öyküsünün ardından cevaplanması gereken sorular yumağı kalmıştır.Malum İskandinavya ülkelerinden çıkan Nordic Noir türü diziler ile birkaç yıldır fazla içli dışlı olduk. Özellikle bunların polisiye konulu olanları artan beğeniler ile oldukça iyi yorumlar aldı. Bunlardan Forbrydelsen, Bron/Broen ve Den Som Draeber’ın Amerikan kanallarınca uyarlamaları yapıldı.Genellikle merkezine güçlü kadın dedektifleri koyan bu kara dramalara İngiliz BBC kanalı da el atmış gibi görünüyor. Gillian Anderson’un başrolünde olduğu The Fall’un ardından kanal bu sefer River adlı dizi ile bizleri buluşturdu. Fakat alışık olmadığımız üzere bu sefer hikayenin dedektiflik kısmında bir erkek karakter bizleri karşılıyor. İskandinavya topraklarının havasından ve suyundan yararlanmış bir oyuncu olan İsveçli Stellan Skarsgard ile alışık olmadığımız bu duruma çabuk uyum sağlanmamız hedeflenilmiş.

Nordic noir türünün erkek yazarları tarafından sıklıkla kullanılan kadın kahramanlar yerine bu sefer ezberleri bozan seçimiyle, dizinin yazar-yaratıcı kısmında  Abi Morgan oturuyor. Son yıllarda yıldızı parlayan bu isim Shame ve The Iron Lady filmlerinin senaryo yazarıydı. Ayrıca 2 sezon süren The Hour dizisi ile 2013 yılı Emmy ödüllerinde mini dizi ve tv flmi kategorisinde en iyi senaryo ödülü kazanmışlığı var. Hikayelerinde adı geçen karakterleri en ince ayrıntısına kadar işleyen, psikolojik ruh halleriyle yakından ilgilenen ve bunu izleyiciye aktarmasındaki başarısı ile tanınan yazar bu bakımdan River’da da bizleri hayal kırıklığına uğratmıyor.

Not: Şimdilik BBC One’da ilk sezonu 6 bölüm halinde yayınlanan dizinin düzgün bir sonu da var. Bu sayede 2.sezon onayına bakılmaksızın kafanız rahat bir şekilde izleyebilirsiniz.

Konuya biraz daha yakından bakalım:

Dedektif Stevie cinayetinin üzerinden 3 hafta geçtikten sonra bizler konuya dahil oluyoruz. Basının oldukça yakından ilgilendiği bu cinayette elde olan ipuçları oldukça zayıf durumdadır. Stevie’nin ortağı John River gecesini gündüzüne katıp katilleri bulmaya adamıştır. Bu arada önüne gelen diğer davalarla da ilgilenmektedir. Oldukça sıradışı bir karakter olan dedektifimizin zihni parçalanmış bir enkaz halindedir. Soruşturduğu davalardaki ölmüş suç mağdurları ona belli belirsiz vakitler görünebilmektedir. Hayalet olarak adlandırmamızın basit ve komik kaçacağını düşündüğüm bu imgeler ile konuşması, ona göre davalarının çözümünde yol göstermektedir. Bu imgeler, River’ın kendi bozuk zihninde yarattığı şeyler olduğundan aslında kişinin kendi kendiyle konuşmasıdır. Onlardan yardım gördüğüne inanması ise bozulmuş olan mevcut ruhsal durumunu kabul edememesinden kaynaklanır.River’ın gördüğü imgeler arasında ölen ortağı Stevie de vardır. River onun cinayetindeki ipuçlarını takip ederken Stevie her an onun yanındadır. Hem de hayatta iken onun yanında olduğundan daha fazla yakındır. River, diğer ona görünen imgelerle birlikte Stevie ile de gerek sokak ortasında, gerek trende yolculuk yaparken, gerekse evinde  sık sık konuşur. Çevredekilerin kendi kendine konuşma olarak yorumladığı durum karşısında sık sık meraklı bakışlara maruz kalır.

Stevie olarak görünen imge aslında River’ın bir parçasıdır. Onun hüzünlü yapısı ve pişmanlıklarını yansıtır ama aynı zamanda neşeli taraflarını da açığa çıkartır. İşte o eğlenceli anlarda çalan şarkı;

Not 2: Eddie Marsan’ın canlandırdığı karakter ise dizinin en enteresan noktalarından biridir. River’ın gördüğü imgelerden olan bu karakterin hikayede bir ismi yoktur. Bu karakter, kısa adı ile ‘Cream’ olarak tanınan Thomas Neill Cream, 1850-1892 yılları arasında yaşamış bir seri katildir. Asıl mesleği doktorluk olan bu zat hem Amerika hem de İngiltere’de sokakta takip ettiği birçok hayat kadınını striknin ile zehirlemiştir. Yetmemiş üstüne epilepsi hastalarına da bu zehri vermiştir.

River: Kimsin sen?

Cream: Ben senim. Ben çaresizliğinim. Ben ölümüm.

Cream, River’ın derin düşünceleri altındaki karanlık parçaların fiziksel-duygusal ve sözel belirtisidir. Kendinden şüphe etiği anları ve öfkesini sembolize eder.

Diğer yan karakterler hakkında kısa kısa:

Ira King – Adeel Akhtar

River’ın yeni ortağı olarak, Stevie’nin yerini doldurmak gibi zor bir göreve başlar. River’ın ruhsal durumunun farkında olan karakter, onunla güçlü bir bağ oluşturup işleri yoluna koymanın gayreti içerisindedir.

Chrissie Read – Lesley ManvilleRiver’ın ruhsal durumundan endişeli ama mesleki tecrübesine oldukça güvenen patronudur.

Rosa Fellows – Georgina RichRiver’ın psikoloğu olan Rosa, onun sorunlarına özel olarak yakınlık gösterir. River Stevie’nin yasını tutarken çevresinden sadece Rosa’ya açılabilmiştir.

Tanıtım Fragmanı

 

Bir yanda buruşmuş suratı ile ekrana pişmanlık ve kederli gözlerle bakıp sağındaki solundaki şeytanlarıyla cebelleşen, diğer yanda enerjik, komik ve çok az insana nasip olabilecek muhteşem gülümsemesi ile birbirinin iki zıt oyuncuyu izlemek ayrı bir keyifti. İzlemek isteyenlere iyi seyirler.

26 Kasım 2015 Perşembe

Snow White with the Red Hair – Tanıtım

Bir oturuşta bitirdiğim, çok beğendiğim bir animeyi tanıtmak istiyorum sizlere. Geçtiğimiz yaz aylarında bizlerle buluşan ve 7.90 gibi bir myanimelist puanı olan bu anime Snow White with the Red Hair. Türkçe’ye çevirecek olursak Kırmızı Saçlı Pamuk Prenses diyebiliriz. Türleri arasında dram, fantastik, tarihi, romantizm ve shoujo bulunmakta. Animeyi tanıtmaya geçmeden önce kısaca Shoujo’nun ne olduğuna bakalım.

Shoujo veya Shōjo Nedir?:

“Küçük kız”, “genç kız” anlamına gelen Japonca bir kelimedir. Animenin/manganın hitap ettiği izleyici/okuyucu kitlesini belirtmek için kullanılır. Hedef kitlesi 10-18 yaş grubu kızlar olan Shoujo’yu, Shounen’in hedef kitlesi kız olanı gibi de düşünebiliriz. Hedef kızlar olmasına karşın erkek takipçileri de şu anda az değildir (Kızların shounenle ilgilendiği gibi).

Belli Başlı Özellikleri:

Kavga-dövüşten çok duygular vurgulanır.Gerçekçi, sıralı anlatım az kullanılır, izlenimciliğe ve kurguya daha çok yer verilir.Giysilerin ayrıntılarına hatırı sayılır bir önem verilir.Erkeklerin genel olarak hepsi yakışıklı ve dikkat çekici olur (Eh kızlar için hazırlanıyor sonuçta ).Kız karakterlerin gözleri diğer türlere göre daha büyük çizilmiştir ve karakterler bir tık daha sevimli ve sempatik görünürler.

Shoujo Hakkında Yanlış Düşünceler:

Shoujo Anime/Manga denince ilk akla “aşk hikayeleri” gelir ve başka konuların işlenmediği düşünülür. Evet, aşk öyküleri bayağı yaygındır fakat bunlar düşsel, bilim-kurgu, gerilim ve korku türlerini içeren geniş Shoujo-Manga geleneğinin yalnızca bir parçasıdır. Hatta bazı Shoujo Anime/Manga’lar romantik veya duygusal ögeler içermez ve hatta bazıları erkek takipçileri amaçlayan diğer yapıtlar (Shounen türü gibi) kadar açık ve temel içgüdülere yönelik olabilir. Ayrıca korku mangası pazarında Shoujo-Mangalar egemendir.

 

KONUSU:

İlk bölümden ispiyon (spoiler) vererek konuya değinecek olursak; Shirayuki, elma kızılı saçlara sahip güzel bir kızdır. Tanbarun şehrinde bir şifacıdır. Bir gün Tanbarun Prensi Raj, Shirayuki‘nin çok güzel olduğunu öğrenip kendisinin cariyesi olmasını ister. Tabii ki Shirayuki bunu reddeder ve uzun saçlarını kesip şehirden kaçar. Clarines şehrinde ormanda uyuklarken Zen isimli bir çocuk ve iki arkadaşıyla tanışır. Daha sonradan öğrenir ki Zen, Clarines şehrinin prensi yanındakiler de yaverleridir. Zen, Shirayuki‘nin Raj‘dan kurtulmasına yardım eder. Shirayuki de Clarines şehrinde yaşamaya karar verir ve burada şifacı çırağı olur.

KARAKTERLER:

Shirayuki:

Animenin ana kahramanı olan elma kızılı saçlara sahip güzeller güzeli Shirayuki. Çok yetenekli bir şifacı. Oldukça sağlam bir karaktere sahip. Zorluklara tek başına göğüs gerebilmekte. Öyle ki herkesi rahatlıkla karşısına alabilecek biri. Shirayuki‘yi Saori Hayami seslendirmekte.

 

Zen:Animenin baş erkek karakteri olan Zen, diğer prenslerin aksine kibirli veya umursamaz değil. Halkına değer veren biri. Özellikle iki yaverini çok sevmekte. Bakalım Zen, aklı Shirayuki‘deyken nasıl hareket edecek? Zen, Ryota Osaka tarafından seslendirilmekte.

 

Mitsuhide:Kendisi Prens Zen‘in yaveri. Oldukça iyi bir savaşçı ve Zen‘i çok sevmekte. Bazı hareketleri tam bir komedi. Çoğu kişinin en çok seveceği karakter bile olabilir. Mitsuhide, Yuuichirou Umehara tarafından seslendirilmekte.

 

Kiki:Zen‘in diğer yaveri. Biraz sessiz bir karakter, kendisi hakkında çok fazla yorum yapamayacağım. Kiki, Kaori Nazuka tarafından seslendirilmekte.

 

Obi:Başlarda olan bir olay yüzünden pek güvenilmese de sonradan seriye güzel bir şekilde dahil oluyor. Kesinlikle değişik bir tip. Obi, Nobuhiko Okamoto tarafından seslendirilmekte.

NE KADAR UZUN?

Toplamda 4 saat, 12 bölümden oluşmakta. İkinci sezonu Ocak ayında gelecek. (Çok sevindiğim bir haber )

NE BEKLEMELİYİM?

Kesinlikle romantizmi tam dozunda kullanmışlar. Öyle abartılı değil. Yerinde duygusal sahneler (Evet bir sahnede ağladığımı kabul ediyorum) var.

NE BEKLEMEMELİYİM?

Aksiyonun olduğu birkaç sahne var ama çok fazla bir şey beklemeyin.

Shirayuki tatlılığıyla beni benden aldı resmen. İzlediğim animeler arasında gördüğüm en tatlı karakterlerden biri. Zen‘in etrafındakilerle arasındaki bağı çok güzel. Eğer tadında romantizm, duygusallık ve dram (Çok az da olsa komedi var içinde. 1-2 sahnede baya güldüm.) izlemek istiyorsanız Snow White with the Red Hair doğru adres. İzleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.

NOT: Shoujo açıklaması şuradan alınmıştır.

 

24 Kasım 2015 Salı

Kör Noktadan Çıkan Sırlar | Blindspot — Tanıtım

Blindspot, geçtiğimiz Eylül ayında yayın hayatına başlayan bir NBC dizisi. Her ne kadar kanalı iptal/devam konusunda zihinlerimize kötü nam salmış olsa da dizi aldığı tatmin edici reytingleri sayesinde 2. sezon onayını şimdiden aldı bile. Klasik formüllü polisiyeyi merak uyandırıcı bir ana konuyla buluşturan bu diziyi tanımak isteyenler buyursunlar yazının devamına.

KONU

Amerika’nın en kalabalık şehirlerinden New York’un göbeğinde yer alan ve her gün binlerce kişinin yolunun düştüğü Times Meydanı‘nı duymuşsunuzdur. İşte bu meydanın göbeğinde günlerden bir gün, sahipsiz bir çanta bulunur. Çantanın üzerinde ise “FBI’ı Arayın” yazılı bir not bulunmaktadır. Bomba şüphesi taşıyan çantanın bulunmasıyla meydandaki yüzlerce insanın alandan uzaklaştırılması uzun sürmez. Kısa süre sonra bomba imha ekibi olay yerine varır. Durumun buraya kadar yeterince tedirgin edici oluşu yetmezmiş gibi bu gizemli çanta bir anda kıpırdamaya başlar. Bir süre sonra bu çantadan vücudunun her yeri çeşitli dövmelerle dolu, çıplak, genç bir kadın çıkar. Ancak bu kadın ne buraya nasıl geldiğini, ne de kim olduğunu hatırlayabilmektedir. İşte hikayemiz de FBI tarafından gözetim altına alınan bu genç kadının FBI ajanı Kurt Weller ile bir şekilde yollarının kesişmesiyle başlıyor.

Çok geçmeden kadının üzerindeki her bir dövmenin bir çeşit bilmece ya da yapboz parçası görevi gördüğü ve her birinin farklı bir olayın ipucu olduğu anlaşılıyor.  Bu noktadan sonra bizler de bu gizemli kadının kimliğini ve nasıl bu hale geldiğini öğrenmeye çalışırken, bir yandan da her hafta bir dövmenin sırrının çözülmesine ve ekibimizin dövmelerin verdiği ipuçlarını takip etmesine tanık oluyoruz.

 

KARAKTERLER / OYUNCULAR Jane Doe

 

Kendisi konu kısmında bahsi geçen gizemli kadın. Zaman zaman geriye dönüşlerle hakkında bazı bilgiler edinecek olsak da ilk etapta kendisi hakkında hiç bir bilgimiz yok. E o zaman Jane adı nerden çıktı derseniz, ABD’de kimliği belirlenemeyen erkeklere John Doe, kimliği belirlenemeyen kadınlara Jane Doe deniliyor. Biz de gerçek adını bilmediğimiz ana karakterimize Jane adını takmış oluyoruz böylece.

Karakteri güzel oyuncu Jaimie Alexander canlandırıyor. Oyuncu son yıllarda Marvel Sinematik Evreni‘yle bir hayli içli dışlı olmuş bir isim. Dolayısıyla kendisini yakın zamanda yer aldığı Thor filmlerinden ve Marvel’s Agents of S.H.I.E.L.D. dizisindeki konuk oyunculuğundan tanımanız mümkün. Geçmişte bir dönemin popüler dizisi Kyle XY’da da rol almış olan oyuncu, en son HBO komedisi The Brink’e birden fazla bölümde konuk olmuştu.

Kurt Weller

 

İşinde başarılı, karizmatik ve bir o kadar da ciddi bir FBI ajanı. Jane’in vücudunda yer alan “KURT WELLER FBI” dövmesinden dolayı kendisini bir anda Jane ile ilgilenen ekibin içinde ve olayların ortasında buluveriyor. Tahmin edebileceğiniz gibi Jane’in yaşadığı bu süreçte önemli destekçilerinden biri.

Karakteri Sullivan Stapleton canlandırıyor. Oyuncu daha önce Strike Back dizisinde başrol olarak yer almıştı. Ayrıca kendisini geçtiğimiz yıl gösterime giren “300: Rise of an Empire” filminde yine başrolde izlemiştik.

Bethany Mayfair

 

Jane ile ilgilenmekte olan FBI biriminin müdürü. Ekibine her konuda güvenen ve onları her zaman destekleyen bir yapıda. Ancak kendisinin de birtakım tehlikeli sırları mevcut.

Karakteri Marianne Jean-Baptiste canlandırıyor. Bir adet Oscar ödülü adaylığı (Secrets & Lies – 1996) bulunan, Without a Trace izleyenlerin yakından tanıdığı İngiliz oyuncuyu en son başarılı İngiliz dizisi Broadchurch’ün ikinci sezonunda izlemiştik.

Edgar Reade

 

Ekibin bir diğer üyesi olan Reade’nin Jane hakkında ciddi şüpheleri var. Dövmeleri körü körüne takip etmenin olumsuz sonuçları olacağına inanıyor. Zaman zaman bu şüphelerini dile getirmekten çekinmiyor. Yine de ekibe elinden gelen her şekilde yardım ediyor.

Karakteri Rob Brown canlandırıyor. Oyuncuyu daha önce rol aldığı HBO dizisi Treme’den hatırlamak mümkün.

Ajan Patterson

 

FBI’ın Adli Tıp biriminin başında yer alıyor. Jane’in vücudundaki dövmelerin sırrını çözmek için sürekli çaba harcıyor. Ayrıca ekibe davaları çözmesi için de pek çok konuda yardımı dokunuyor.

Karakteri Ashley Johnson canlandırıyor. Oyuncu daha önce pek çok dizi ve filmde irili ufaklı rollerle karşımıza çıkmış.

Tasha Zapata

 

Ekibin bir diğer üyesi. Genelde ekiple uyumlu bir görüntü çiziyor. Özel hayatında birtakım sorunlar yaşıyor ve bu sorunları ekip arkadaşlarına yansıtmamaya çabalıyor.

Karakteri Audrey Esparza canlandırıyor. Kendisini Public Morals, Black Box, Power gibi pek çok diziden tanıyor olabilirsiniz.

Doktor Borden

 

Karakterimiz işinde başarılı, hevesli genç bir doktor. Jane’in tıbbi bakımından sorumlu ve onun yaşadığı bu zorlu sürece alışması için çabalıyor. Kendisi ayrıca Jane’in hafızasını yerine getirmek ve onun kimliğini belirlemek için de Jane ile birlikte çalışmalar yapıyor.

Karakteri Ukweli Roach canlandırıyor. Oyuncuyu E! kanalının The Royals dizisinden tanıyor olmanız mümkün.

 

Karakter posterlerinin daha büyük halleri için şuraya uğrayabilirsiniz.

MUTFAKTAKİLER

Dizinin yaratıcısı daha önce Dark Matter, The L.A. Complex, Bored to Death, Stargate Atlantis gibi dizilerin de mutfağında yer almış olan Martin Gero. Yapımcı koltuğunda oturan isimler ise Mark Pellington (“Cold Case”), Sarah Schechter (“Arrow”, “The Flash”), Martin Gero, Greg Berlanti (“Arrow”, “The Flash”, “Brothers and Sisters”) ve Howard Griffith (“Criminal Minds”, “Empire”). Yapımcı şirketleri Berlanti Productions, Quinn’s House ve Warner Bros. Television olan dizinin müziklerinde Blake Neely (“Arrow”, “The Flash”, “Supergirl”, “The Mentalist”) imzası var.

SON SÖZ

İlk sezonu 23 bölüm sürecek olan dizi girişte de bahsi geçtiği gibi halihazırda 2. sezon onayını da almış durumda. Bir yandan güzelce ana konusunu işlerken, diğer yandan bölümlük konulara eğilen bir dizi izlemek istiyorsanız Blindspot’un en azından ilk bölümüne bakmanızda fayda var.

VİDEOLARFragmanAçılış Jeneriği

20 Kasım 2015 Cuma

Agents Of S.H.I.E.L.D. 3×8 İncelemesi | Bu Dizi Bir Vites Daha Attı, Tutamıyoruz!

Baktım ki 3 bölüm olmuş bir inceleme yazmamışım, şöyle de enfes bir bölüm gelmiş; üzerine birkaç şey konuşmadan olmaz değil mi? Bu hafta yine hiç beklenmedik bir yerden seyirciyi şaşırtıyor. Marvel Sinematik Evreni’ndeki Hydra hakkında bildiğimiz bir şeyin aslında hiç öyle olmadığını öğreniyoruz. Her zamanki gibi buradan sonrası ispiyondur efenim.Öncelikle en memnun kaldığım yerden başlayarak gireyim konuya: Bu dizi oyalanmayı sevmiyor, seyircisini sıkmayı sevmiyor. Gideceği yolu belli, anlatacağı konuları bol. Senaryosuna güveniyor ve çat çat çat giderek önüne bakıyor. Geçen haftaki bölüm sonundan sonra hepimiz Coulson’un haberi yok, eyvah yine herkes birbirinin arkasından iş çeviriyor, yine mi ajanlık, yine mi hainlik diye düşünmüştük. Fakat daha en baştan görüyoruz ki Coulson kadına zerre güvenmiyormuş. Kadının güvenini kazanır kazanmaz hemen gerekli hamlesini yapıyor. Bu yönünü takdir ettim, izleyiciye “S.H.I.E.L.D.’ın Direktörü salak mı yav, nasıl durumu farketmez?” diye ekrana karşı bağırtmıyor.Yine bol bol flörtleşseler de Daisy’lerden gelen haberle Coulson hemen önlemini aldı ve o kilitli kaldıkları odada birbirlerine içlerini döktüler. Burada da ayrı bir güzel gelişme oldu ki Rosalind aslında Hydra ile çalıştığının farkında değilmiş. Bu tabii ki  Coulson – Rosalind shipçileri için muhteşem bir gelişme oldu. İlişkileri hala olabilir. Tabii kış finalinde ikisinden biri ölmezse. Açıkçası ben Coulson’ı bu aralar gidici buluyorum. Ama bu teorimle ilgili 9. bölümü gördükten sonra konuşmak istiyorum.Hydra demişken, Gideon Malick diziye gümbür gümbür girdi. Girdiğinden beri de ortalık hiç durulmuyor. Sen neymişsin be fabrikatör amcam. Bu bölüm öğrendik ki Avengers filmindeki Dünya Konseyi’nde gördüğümüz karakteri ile aynı kişiyi oynuyormuş. Amerika Başkanı’na bu kadar yakın bir kişinin bu kadar tehlikeli olması fena bir durum. Bence bu karakterin Civil War‘a kadar yolu var ama o Hydra’nın asırlık gerçek lideri o gezegenden dönerse vay herkesin haline.

Bu bahsettikleri ve sürgün edilen kişinin dönüşen ilk nainsan olma ihtimali var. Büyük ihtimalle de öyle gibi duruyor. Karakteri kim derseniz de şu anda hiçbir teorim yok zira eski yazımdaki teorilerim de çöpe gitmiş oldu çünkü kendisi bir nainsanmış. Dizinin yarattığı orijinal bir kötü olacak gibi duruyor. Ayrıca dizinin baharda gelecek olan sezonunda, yani kalan 12 bölümde bu kişiyle uğraşacağız gibi duruyor. Secret Warriors takımının kurulma nedeni bile bu kişinin dünyaya dönmesi olabilir. Ward iyice coştu valla. Yazarlar Ward’a büyük oynuyorlar, sezonun asıl kötüsü kendisi değil bence. Çünkü duyduğu onca hikayeye rağmen adam hala May’in canıını yakmakla uğraşıyor. Dünyaya hükmedeyim, yaşasın kötülük havası yok. İşi gücü eski ailesi olan S.H.I.E.L.D.’dan intikam almak.

Kendini sürekli geliştirirse bu gidişle Taskmaster karakteri olacak sanırım gerçekten. Özellikle bu bölümdeki sözü “I am adaptable – Uyarlanabilir biriyimdir.” lafı seyircilerin geçen seneden beri olan teorilerine bir selam mıydı yoksa ilerisi için bir ipucu muydu bilemiyorum.Bobbi – Hunter ikilisi de yine her zamanki gibiydi. Bir erkek olarak Hunter’ın her alanda işlevsizliği ve olaylara tepkisi bana hep kahkaha attırıyor. Bobbi’nin yeni çubukları ise Avengers: Age of Ultron filmindeki Kaptan Amerika’nın kalkanından ilham alınmış gibiydi. Onun kalkanı da yükseltilmişti ve istenildiğinde geri çağırabiliyordu.

Ufak ufak notlar:

Fitz – Simmons ilişkisi bu bölüm istediğimiz yerlere gitmedi belki ama şu kısıtlı zamanlarında bana verebildikleri, geçirebildikleri duyguya hayranım. Will dönene kadar bu iş çözülmeyecek sanırım.Konuk oyuncu Marc Dacastos karakteri ile ayrı bir hava kattı. Bu hangi nainsan bilmiyorum ama gücü bildiğin Magneto olmuş. Daha fazla görmek isterim kendisini.Mack’in Coulson’ı sorguya çekmesi hoşuma gitmedi. Bunu Daisy yapabilir belki ama sen kimsin yahu? Harbiden yani “Seni ilgilendirmez Mack. Yavaş ol.”May ve Lincoln ikilisi de fena değildi. May hala bir duygu geçiremediği için tek izlediğimiz Lincoln’ün endişeli bakışları ve May’in donuk suratıydı.Monolit’in ön kısmındaki eksik kısımlar hep dikkatimi çekmişti zaten. Meğer Hydra’nın elindeymiş. Peki o kadar ufak bir taşla kapı açabilecekler mi? Ancak içeri taş atabilirler gibi sanki. En fazla bira gönderirler. Will’in canı çekiyordu zaten. Buz gibi bira gönder Jemma SHIELD, YTÖE’yi hacklerken güvenlik görevlilerinin Mr. Robot bölümünü konuşmaları da çok hoş bir ayrıntıydı.Hydra Andrew’u değil de Lash‘i pis işlerine bulaştırmayı planlıyor. Koskoca Lash 3 örgüt arası oyuncak oldu yahu.

18 Kasım 2015 Çarşamba

The Walking Dead | Çizgi Roman ve Dizi Arasındaki Farklar

AMC‘nin The Walking Dead dizisi günümüzde en çok bilinen, sevilen ve izlenen dizilerden bir tanesi. Dizi, 2003 yılında yayınlanmaya başlayan çizgi romanın uyarlaması olarak 2010 yılında bizlerle buluştu. Çizgi roman deyip deyip duruyoruz; peki dizi, çizgi romana ne kadar sadık kalıyor? Öncelikle belirtmek gerekirse çizgi roman diziye oranla çok daha sert, vahşi ve acımasız bir evrende geçiyor. Yazının bundan sonrası The Walking Dead’in 5. sezon finaline kadar olan bölümlerinden ağır ispiyon (spoiler) içermektedir. İzlemeyenler için ispiyon alarmını verelim. Buyurun yazının devamına efenim

 

Rick Grimes:

Rick, çizgi romanda diziye paralel bir psikoloji içinde. Zor kararları hep grubun iyiliğini önde tutarak alıyor. Bu özelliği sayesinde gruptakiler tarafından lider olarak görülüyor. Farklılığa gelecek olursak çizgi romanda Rick sağ elini kaybediyor.Yakalanıp Vali‘nin mekanı olan Woodbury‘e getirildiğinde, Vali ile dostça bir muhabbet edeceğini düşünüyor ancak işler sandığı gibi gitmiyor. Vali, hapishanenin yerini öğrenmek için Rick‘in elini kesiyor.

 

Shane Walsh:

Shane‘i hepimiz diziden hatırlarız. Rick yokken Lori‘ye yürümüş, Rick geri döndüğünde ise Lori‘yi kaybetmeyi bir türlü kabullenememiş ve sürekli Rick ile ters gitmiştir. Sonucunda da çiftlikte yaşanan tartışmanın ardından, önce Rick tarafından öldürülmüş, daha sonra da zombiye dönüştüğünde Carl tarafından vurulmuştu. Çizgi romanda ise Shane‘in ölümü çiftliğe bile varmadan gerçekleşiyor. 7. sayı ile birlikte Shane nalları dikiyor. Tek farkı ölümü direkt Carl‘ın elinden oluyor.

 

Lori Grimes:

Belki de dizide uyuz kapılan karakterlerden bir tanesiydi Lori. Ama hatırlanacağı üzere ölüm sahnesi dizide en iyi işlenmiş ve en duygusal sahnelerden bir tanesiydi. Lori, Judith‘i doğururken ölüyordu. Carl da annesinin kafasına, dönüştükten sonra (belki de dönüşmeden önce) kurşun sıkmak zorunda kalıyordu. Çizgi romanda ise hapishane baskınında Rick‘in elinde mekanı savunmak için çok az kişi olduğundan, burada tam bir katliam baş gösteriyor. Bu sırada Glenn, Maggie, Dale (çizgi romanda bu zamanlarda hayatta) ve Andrea kendi yollarına bakmak istediklerini söyleyip hapishaneden ayrılıyorlar ve hapishane iyice savunmasız kalıyor. Bu sırada Vali‘nin görevlendirdiği bir kadın Lori‘yi arkadan vuruyor ve Lori kucağında Judith varken yüz üstü yere düşüyor. Bu sırada bebek Judith de ölüyor

 

Michonne ve Governer (Vali):

Çizgi romanın ne kadar vahşi ve sert olduğunu en iyi gösteren olaylar bu ikili arasında yaşananlardır. Dizide Vali, Maggie‘yi Glenn‘in gözleri önünde soyarak onu korkutmaya çalışıyordu. Çizgi romanda ise Rick, Glenn ve Michonne (çizgi romanda Maggie Woodburry’de yok) Vali‘nin eline düşüyorlar. Rick‘in elini kesen Vali en kötü şeyleri Michonne‘a yapıyor. Sabah akşam işkence edip yorulana kadar devamlı Michonne‘a tecavüz ediyor. Glenn ise bunları duymak zorunda bırakılıyor. Vali‘nin çift taraflı olarak oynattığı bir askeri sayesinde üçlü oradan kurtuluyor. Vali bu planla hapishanenin yerini öğreneceğini düşünüyor. Ancak Michonne, Woodbury‘den ayrılmıyor. Vali‘nin sağ kolunu kesiyor, tırnaklarını söküyor, hayalarını kopartıyor, gözünü çıkartıyor ve rektumuna bir kaşık sokuyor.

İşkence ettiği Vali‘yi öldürmeyen Michonne, Woodbury‘i terk ediyor. Vali ise adamları tarafından bulunup tedavi ettiriliyor ve bundan sonra hapishane baskını gerçekleşiyor. Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere Vali, dizidekinden çok daha psikopat bir karakter.

İzleyenler hatırlar, Vali, Woodbury‘deki odasında kızının zombisini saklıyordu. Çizgi romanda ise bu sakladığı kendi kızı değil ve ona dizideki gibi davranmıyor. Dizide kızı ölmemiş gibi saçlarını tarayıp şarkı söylüyordu. Çizgi romanda ise zombinin dişlerini sökmüş ve onunla dudak dudağa öpüşüyor. Buradan Vali‘nin aynı zamanda pedofili (çocuk sevici) ve nekrofili (ölü sevici) olduğunu da öğreniyoruz (Bu adama sövmeyip de n’apılır?  )

Vali‘nin ölümü dizide Michonne‘un elindendi ancak çizgi romanda işler çok farklı gelişiyor. Baskında her şey Vali‘nin istediği gibi giderken Lori‘nin ölümü ile işler tam tersine dönüyor. Lori‘yi öldüren kadın, bir bebeği de öldürdüğünü görünce çıldırıp bu katliama sebep olan Vali‘yi öldürüyor.

 

Tyreese Williams ve Hershel Greene:

Hershel‘ın ölüm sahnesini hepimiz hatırlarız Hapishane baskınında Vali‘ye yakalanmıştı. Vali, Rick‘e hapishaneyi teslim etmezse Hershel‘ı öldüreceğini söylemişti. Grubun reddetmesi üzerine Vali tarafından kafası kesilerek öldürülmüştü. Tyreese ise çocuk bir zombi tarafından ısırılarak ölmüştü. Çizgi romanda ise bu iki karakter de hapishane baskınında ölüyor ancak büyük bir farklılıkla: Dizide yakalanıp başı kesilen Hershel iken çizgi romanda bu rol Tyreese‘de. Hapishaneye yakın bir yere kamp kuran Vali ve grubunun işini bitirmek için Michonne ile baskın yapan Tyreese yakalanıyor ve Hershel‘ın dizide yaşadığı olayları o yaşıyor. Hershel ise hapishaneyi savunduğu sırada oğlunun ölümüne şahit oluyor ve kafayı yiyor. Dizlerinin üstüne çöküp ağlarken Vali yanına geliyor ve Vali‘ye kendini öldürmesi için yalvarıyor.

Karakterlerine gelecek olursak Hershel, dizideki gibi tonton bir dedemiz değil. Çok cins bir adam ve aşırı derecede dindar. Mesela çocukları “Allah belanı versin” dediğinde hemen fırçalıyor. Tyreese ise çizgi romanda çok daha ön planda olan bir karakter. Rick gibi onda da liderlik vasfı var ve bazı zamanlarda Rick ile fikir ayrılıklarına düşüyorlar. Ayrıca dizinin aksine çapkın bir karakter ve dizideki gibi sonradan iyi kalpli birine dönüşmüyor. Aksine durumu daha da vahim bir hal alıyor.

NOT: Çizgi romanda Tyreese, Carol ile birlikte yaşıyor. Ancak Michonne gruba katıldıktan sonra Carol‘ı bırakıyor.

 

Carol Peletier:

Dizinin ağır ablası, rambosu, savaş makinesi Carol‘a geldi sıra. Dizide Carol ilk sezonda kocasından dayak yiyen silik bir kadınken bir efsaneye dönüşüyordu. Ancak çizgi romanda öyle bir şey gerçekleşmiyor. Carol yine çok silik bir karakter olarak devam ediyor. Tyreese ile birlikte yaşarken Michonne‘un gelmesiyle terk edilince keçileri kaçırıyor. Daha sonra Rick‘e kendisini ikinci eşi olarak almasını teklif ediyor (Lori bu olay sırasında hayatta). Rick tarafından da reddedilince iyice kafayı yiyiyor. Çıldıran Carol hapishanede araştırma için bağlanıp tutulan bir zombiye kendi isteği ile sarılarak intihar ediyor. Evet, Carol çizgi romanda ölüyor.

 

Lizzie ve Mika (Ben ve Billie):

Hapishanedeki iki kardeşi hatırlıyorsunuz değil mi? Carol‘ın bakımlarını üstlendiği iki kız kardeş çizgi romanda Ben ve Billie adında iki erkek kardeş olarak yer alıyor. Kısaca hatırlatacak olursam; hapishane baskınından sonra büyük kardeş Lizzie hafiften kafayı yemişti ve kardeşi Mika‘yı öldürmüştü. Bunun üzerine de Carol, Lizzie‘yi öldürmüştü. Çizgi romanda ise Ben ve Billie, Andrea ve Dale‘ın gözetimine veriliyorlar. Dizidekine benzer bir şekilde büyük kardeş Ben küçük Billie‘yi öldürüyor. Abraham ve Rick, Ben‘in tehlikeli olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini savunuyorlar ancak Andrea buna şiddetle karşı çıkıyor. Ben‘i bir kamyona kapatıyorlar. Bir gece Ben‘in işini Carl bitiriyor. Yaşı küçük olmasına rağmen tıpkı babası gibi büyük kararlar alıyor Carl da.

 

Dale Horvath:

Dizide karavanı olan ve devamlı bu karavanın tepesine tüneyen Dale‘ın ölümü dizide çok basit bir şekilde olmuştu. Çizgi romanda ise Dale uzun bir süre hayatta kalıyor ve bayağı aktif bir karakter. Andrea ile birliktelikleri var. Bilindiği üzere dizide bacağı ısırılıp da kesilen kişi Hershel‘dı ancak çizgi romanda bu kişi Dale. Ayrıca meşhur “Izgara keBob” olayı da Dale‘ın başına geliyor. (Evet, Bob da çizgi romanda yok.) Dönüşene kadar Andrea başında bekleyip kafasına sıkıyor.

 

Andrea Harrison:

Andrea‘ya çizgi romanın Carol‘ı (dizideki) diyebiliriz. Muhteşem bir keskin nişancı. Dizideki gibi Vali ile bir ilişkisi yok. Açıkçası Woodbury‘de ekipten kimse kalmıyor.

 

Diğer Bilgiler:

Dizinin en sevilen karakteri Daryl çizgi romanda yer almıyor. Ayrıca Bob, Sasha ve Beth de yok.İlk sezondaki bilim adamı da çizgi romanda yok. Hastalığın çıkışı vb. konulara hiç girilmiyor.Dizide bir sezon süren çiftlik bölümü çizgi romanda çok kısa sürüyor.Dizideki Terminus bölümü çizgi romanda yok. Terminus‘taki yamyamlar bir anda ortaya çıkıyorlar ve çok kısa sürede ortadan kayboluyorlar.Maggie dizideki gibi aktif ve işe yarayan bir karakter değil. Çok pasif bir karakter.Sophia dizideki gibi ölmüyor. Dizinin geldiği yerde hala hayatta. Carol öldükten sonra Glenn ve Maggie, Sophia‘yı evlatlık alıyorlar.Morgan gruba dizidekinden daha erken katılıyor ve daha mazlum bir karakter. Ayrıca gruba katılmadan önce zombiye dönüşen oğlunu canlı insanlarla besliyor.Alexandria‘nın başındaki kişi kadın değil, erkek. İsmi Douglas. 5. sezon finalindeki sahnede doğal olarak öldürülen Douglas‘ın eşi oluyor ve vur emrini de Douglas veriyor.

 

Dizimizin çizgi romanla arasındaki farklar 5. sezon finaline kadar böyle. Görüldüğü üzere çizgi roman çok daha karanlık ve vahşi bir evrende geçiyor. Bu yazıyı hazırlarken şu ve şu yazılardan faydalanılmıştır.

Sizce dizi çizgi romandaki gibi işlenseydi nasıl olurdu?

15 Kasım 2015 Pazar

Doktorların Gözünden Pazartesi Sendromu || Monday Mornings — Tanıtım

Bu sefer size, ömrünü olması gerekenden çok çok daha erkenden tamamlamış olan bir dizi tanıtacağım. Beni bilen bilir, dizi dünyasında en tahammül edemediğim şey yarım kalmış hikayelerdir. O yüzden baştan belirtmekte fayda var; bölümlük konulara sahip olan dizi karakterler üzerinden ara ara ana konular yaratmış olsa da bunların hiçbirini ortada bırakmadı. Yani eğer medikal dizilere açlığınız devam ediyorsa bu diziye ve dolayısıyla da aşağıdaki tanıtıma mini dizi kafasıyla sorunsuz dalabilirsiniz.

(Daha önce bu diziyle ilgili yapılmış yorumları, mini tanıtımının da yer aldığı şu yazıdan takip edebilirsiniz.)

Kimlik Bilgileri

Türü: Medikal, Drama

Yapımcısı: David E. Kelley, Sanjay Gupta

Sezon – bölüm sayısı: 1 sezon, 10 bölüm

Yayın tarih aralığı: 4 Şubat 2013 – 8 Nisan 2013

Bölüm süresi: 45 dk

Yayınlandığı kanal: TNT

Yapım Süreci ve Mutfaktakiler

Kendisi de bir beyin cerrahı olan Sanjay Gupta‘nın aynı isimli romanından uyarlanan dizinin başında legal ve medikal dramalarıyla isim yapmış olan David E. Kelley (The Crazy Ones, Harry’s Law, Boston Legal, Boston Public, The Practice, Ally McBeal, Chicago Hope) var.

Konu

Chelsea Devlet Hastanesi’nde cerrahi branşlarda çalışan doktorların mesleki ve kişisel hayatını bize aktaran bu dizi, adını pazartesi günleri cerrahi ekip şefinin önderliğinde yapılan M&M/311 toplantılarından alıyor. Hastanenin geri kalanının deli gibi neler yaşandığını merak ettiği bu toplantılarda tüm cerrahi branş doktorları bir araya toplanıyor, geçmiş haftanın vakaları ekip şefi tarafından inceleniyor, hatalı/komplikasyonlu işlemler kürsüde ilgili doktorların yüzüne vuruluyor ve onlardan meslektaşları önünde savunma yapması isteniyor. Bir kişinin eksiği ya da hatası bu düzen sayesinde oradaki her bir doktor için eğitici/öğretici olmuş oluyor.

Chelsea DH’de hiçbir yanlış gizli kalmaz.

Hata yaptıysanız bir pazartesi sizi bulacaktır.

Karakterler

Alfred Molina‘nın canlandırdığı

Dr. Harding Hooten

Cerrahi Ekip Şefi

Ving Rhames‘in canlandırdığı

Dr. Jorge Villanueva

Acil/Travma Şefi

Jamie Bamber‘ın canlandırdığı

Dr. Tyler Wilson

Nöroşirürji Uzmanı

Jennifer Finnigan‘ın canlandırdığı

Dr. Tina Ridgeway

Nöroşirürji Uzmanı

Keong Sim‘in canlandırdığı

Dr. Sung Park

Nöroşirürji Uzmanı

Sarayu Rao‘nun canlandırdığı

Dr. Sydney Napur

Kardiyovasküler Cerrahi Uzmanı

Bill Irwin‘in canlandırdığı

Dr. Buck Tierney

Organ Transplant Şefi

Emily Swallow‘un canlandırdığı

Dr. Michelle Robidaux

Nöroşirürji Asistanı

 

Son Söz

İlk bölümden itibaren keyif alarak izlediğim bir medikal drama oldu. Oyuncuların hepsini çok sevdim. Dizinin tarzını çok sevdim. Çok fazla medikal drama izlememiş biri olarak (House MD ve Scrubs var sadece listemde) beni (ara ara dağıttığı olsa da) tatmin etti. İptal olduğunu bilerek girdiğim için kafamda hep bir soru işareti vardı nasıl biteceğine dair ama ortada çok bir şey bırakmayarak minnetimi kazandılar. Güzel bir medikal dizi arayışı içindeyseniz buna bir bakın derim. Altyazısı da olandan arıyorsanız o durumda mutlaka bakın çünkü yakın zamanlı muadillerinin(Critical, Code Black) altyazısı da yok.

Tanıtım Filmleri

Aşağıdan kısalı uzunlu tanıtım filmlerini izleyebilirsiniz.

İzleyecek olanlara iyi seyirler…

14 Kasım 2015 Cumartesi

Boy Meets Girl — Tanıtım

Dizinin sloganı: Açık fikirli olun, insanları olduğu gibi kabul edin

Laverne Cox ve özellikle son dönemde Caitlyn Jenner ile birlikte transeksüel topluluğun hayatlarının ve sorunlarının daha öne çıktığı bariz bir gerçek. Hatta bir süre önce Caitlyn Jenner başından geçenleri, yeni hayatını ve trans toplumunun yaşadıklarını işlediği ilk sezonu 8 bölüm süren I Am Cait isimli bir reality şovda da yer aldı.

İngilizler ise farklı bir açıdan yaklaşarak ama yine bu konunun üstüne giderek bir dizi hazırlayıp bir süre önce izleyici karşısına getirdiler: Boy Meets Girl. Eylül başı BBC Two’da başlayan dizi, İngiliz adeti gereği çok uzun değil, 6 bölümden oluşmakta. Üstelik mini dizi kendileri. Sitkom türünde olduğu için de bölümleri 30 dakikayı geçmiyor.

2013’te BBC “Trans Comedy Award” isimli trans bireyleri olumlu açıdan aktaran senaryolara yönelik bir yarışma düzenlemiş ve dizinin senaryosu o yarışmadan birincilikle ayrılmıştır.

Yapım transeksüel birini merkeze oturtan ilk BBC komedisi ve bir transeksüel oyuncunun başrol olduğu ilk komedi olma özelliğini de taşıyor. Yani evet, dizinin başrolündeki Judy karakterini canlandıran Rebecca Root da bir transeksüel. Hatta dizinin yapımcısı bu konuyla ilgili “Transeksüel bir aktris seçmemiz gerektiğini hep biliyorduk, rol için transeksüel olmayan birini seçmelere aldığımızı sanmıyorum. Doğru hissettirmedi.” açıklamasını yapmıştır.

Giriş kısmını atlattığımıza göre o zaman gelelim bakalım konusuna:

Benim hiç oğlum olmadı. Dünyaya biraz hatalı gelen bir kızım vardı.

Dizinin isminin çevirisini yaparsak “Oğlan Kızla Tanışır” şeklinde bir cümle çıkıyor. Dizinin ana konusu da bu esasında.  Judy, birkaç yıl önce cinsiyet değiştirip kadın olmuş bir transeksüel. Neredeyse 40 yaşına gelmiş; hafif çatlak annesi Peggy ve biraz tuhaf kız kardeşi Jackie ile yaşıyor. Leo da ailesiyle yaşayan, bir baltaya henüz tam olarak sap olamamış bir karakter. Judy’nin annesi Peggy siparişle yemek, pasta gibi şeyler yapan bir kadın. Leo’nun annesi Pam ise bir güzellik salonunda kuaförlük yapıyor.

Bir gün tabiri caizse kader ağlarını örüyor ve bu ikili tanışıyorlar. Leo başta Judy’nin bir transeksüel olduğunu anlamasa da öğrendikten sonra Judy’nin beklediğinin veya deneyimlerinin gösterdiğinin aksine kaçmıyor. Böylece ikili yavaştan bir ilişkiye adım atıyorlar. Ama… İşte hikaye esasında bundan sonrasında ve bu “ama”nın üstünde şekilleniyor; her şeyi de ‘İngilizlere özel’ komedi anlayışıyla anlatıyorlar.

Judy: Peggy, Jackie — Leo & Judy — Leo: Pam’in patronu Anji, Pam, Tony, James

İlk başta durum dışarıdan sadece Leo’nun kendisinden epey büyük bir kız arkadaşının olması gibi görünse de yavaş yavaş konuyu açıyorlar ve aileleri de katarak hem Judy, hem de Leo açısından işliyorlar. Leo sorun yapmayacağını düşünse de aslında üstesinden gelemeyeceği veya kaldıramayacağı bir işin içine mi girdi? Başta annesi olmak üzere ailesinin ve çevrenin tepkileri ne yönde olacak? Birkaç yıldır transeksüel olsa ve ailesinden kabul görse de Judy, ciddi bir ilişkiye ve topluma gerçek kimliğiyle dahil olmaya hazır mı? Bunlar ve bunun gibi çeşitli sorular ve konular dizide yavaş yavaş cevabını buluyor.

Boy Meets Girl mini dizi olduğundan normal bir sonu da var elbette. Dürüst olmak gerekirse konusundan ve içeriğinden dolayı değil, espri anlayışı bakımından herkeslik olmayabileceğini düşünüyorum. Mesela transeksüellik ve aile açısından Judy’nin annesi Peggy her ne kadar takdire şayan birisi olsa da espritüel bakımdan bana hitap ettiğini pek söleyemem. İzledikçe alıştığım doğrudur. Kimine göre de Leo’nun kardeşi James’in halleri veya konuşmaları bayat gelebilir.

Diğer yandansa az altta da görünen Leo’nun annesi Pam, karakteriyle, dobralığıyla ve yorumlarıyla bana göre dizinin asıl yıldızıydı. Judy ve Leo arasında yaşananlar, dizideki komedi soslu transeksüel dinamiği de gayet izlenirdi. Diziye biraz gittikçe alıştığım doğru ama başından memnun kalktığım da doğru. Özetle Boy Meets Girl tam bir İngiliz dizisi efendim.

Böyle yani. En azından ilk bölümün denenmesi bir doz açık fikirlilik eşliğinde tavsiye edilir. İyi seyirler…

Fragman

10 Kasım 2015 Salı

İyisiyle Kötüsüyle Sinemaya Uyarlanmış TV Dizileri

Entertainment Weekly “iyisiyle kötüsüyle” televizyondan sinemaya uyarlanan dizileri sıralamış. EW’ya göre hangi diziler layıkıyla beyaz perdede yer alırken, hangileri hayal kırıklığı yaratmış bir göz atalım.

EN İYİLER* Charlie’s Angels (1976 – 1981)* The A-Team (1983 – 1987)* 21 Jump Street (1987 – 1991)* Get Smart (1965 – 1970)* Mission: Impossible (1966-1973)* Star Trek (1966 – 1969)* The Muppet Show (1976 – 1981)* The Brady Bunch (1969 – 1974)EN KÖTÜLER* Sex and the City (1998 – 2004)* Speed Racer (1967 – 1968)* The Wild Wild West (1965 – 1969)* Avatar: The Last Airbender (2005 – 2008)* Bewitched (1964 – 1972)* The Avengers (1961 – 1969)* Land of the Lost (1974 – 1977, 1991 – 1992)* The Mod Squad (1968 – 1973)* Scooby Doo, Where Are You? (1969 – 1972)

7 Kasım 2015 Cumartesi

Aşk Yeniden – Tanıtım

Gerek bölüm sürelerinin uzunluğu, gerek yetersiz bütçeler, gerek cıvkı çıkmış konular, gerek de yetersiz oyunculuklar nedeniyle birçoğumuz uzak dururuz Türk dizilerinden. Ama nadiren de olsa bazı diziler çıkar ve bir şekilde kendini sevdirmeyi başarır bize. İşte benim için bu nadir dizilerden olan, 2 sezondur keyifle izlediğim ve Salı akşamları FOX’ta yayınlanan Aşk Yeniden dizisini kısaca tanıtacağım ben de sizlere.

KONUTüm ailesini ve hayatını geride bırakarak aşık olduğu Ertan’ın peşinden ABD’ye kaçan Zeynep, hamile olduğunu Ertan’a söyleyince genç yaşta baba olmaktan korkan Ertan bebeği aldırmayı teklif eder ve ikili ayrılır. Ertan’dan gizli bir şekilde çocuğu doğuran Zeynep bir süre garsonluk yaparak ABD’de hayatta kalmaya çalışsa da sonunda pes eder ve Türkiye’ye dönmeye karar verir. Diğer tarafta ailesinin baskısından kaçıp ABD’ye eğitim için giden ve eğitimini tamamlayan Fatih de Amerikalı sevgilisi tarafından evlenme teklifi reddedilince yaşadığı hayal kırıklığıyla beraber Türkiye’ye dönmeye karar vermiştir.

İkili aynı seferle ülkeye dönerken uçak türbülansa girince hoş bir tesadüfle tanışırlar ve evlerine döndüklerinde kendilerini bekleyen aile baskısından kurtulmak için Fatih’in teklifiyle bir evlilik oyunu oynamaya karar verirler. Böylece Zeynep babasız bir çocukla baba evine dönmemiş olacak, Fatih de ailesi tarafından ayarlanan ve kendisini bekleyen istemediği bir evlilikten kurtulmuş olacaktır. Hikaye de böylece başlar.

KARAKTERLER VE OYUNCULAR

Zeynep (Özge Özpirinçci):

Zeynep, Karadenizli asabi bir babanın kızıdır. Babası ve halası tarafından büyütülmüştür. Babasından çok korkan Zeynep, bir o kadar da onu çok sever. Hayattaki en değerli varlığı oğlu Selim’dir. Dışarıdan yıkılmaz bir dağ gibi görünse de aslında çok narin bir kalbe sahiptir. Geçmişte yaşadığı acıları tekrar yaşamamak için güçlü görünmek ister.  Aşırı inatçıdır, asla geri adım atmaz. Mücadeleci bir yapısı vardır. Erkek gibi kızdır, başının çaresine bakmayı bilir. Dobra, esprili ve eğlencelidir. Yetiştirilme tarzı dolayısıyla zaman zaman tutucu ve gelenekçi olduğu da söylenebilir. Karakteri ilk kez 2008 yılında Cesaretin Var mı Aşka dizisi ile adını duyuran, Anadolu Kartalları ve Karışık Kaset filmlerinden tanıdığımız Özge Özpirinçci canlandırıyor.

 

Fatih (Buğra Gülsoy):

Fatih, ünlü ve zengin bir aile olan Şekercizadelerin torunudur. Aile değerlerine bağlı, iyi yetiştirilmiş bir gençtir. Çok büyük bir gönlü olan Fatih, herkese yukarıdan bakan o tipik zengin çocuklarından değildir. Hayatın zorluklarını hiç görmemiştir ama muhallebi çocuğu da değildir hani. Sevdiği her şeye büyük bir tutkuyla çabucak bağlanan biridir. Çabuk heyecanlanır, ağzı iyi laf yapar, sempatiktir, duygusaldır. Onu hayatta en çok zorlayan şey ise ailesinin kendisine yüklediği misyondur. Karakteri Unutulmaz dizisi ile adını duyuran, Fatmagül’ün Suçu Ne? dizisi ile daha da göz önüne çıkan, Kuzey Güney dizisiyle ise büyük hayran kitlesi edinen Buğra Gülsoy canlandırıyor.

 

 

Şevket Reis (Tamer Levent):

Zeynep’in babası. Hayatını balıkçılık yaparak kazanıyor. Kız kardeşi ve onun 2 çocuğu ile beraber yaşıyor. Sinirli, huysuz, bağırıp çağırmak hayat tutkusu olan, azıcık da kafadan sıyrık bir tip. Tıpkı kızı Zeynep gibi inatçı, kolay kolay affetmeyen, hatasını asla kabullenmeyen biri. Onun güvenini ve sevgisini kazanmak çok zor olsa da kazanan kişi için her türlü zorluğa katlanabilir Şevket Reis. Güçlü, hiç kimseden korkusu olmayan, hatta çoğu kişinin korktuğu biridir.

 

 

Fehmi Şekercizade (Orhan Alkaya):

Fatih’in babası. Ünlü bir iş adamı. Annesi, karısı ve kızı ile birlikte büyük bir malikanede yaşıyor. Annesine karşı aşırı denebilecek seviyede itaatkar. Zaman zaman sinirlense de genelde sevimli ve mülayim bir tip. İşleri Fatih’e devredip sakin, huzurlu ve mutlu bir emelilik hayatı yaşamayı arzulamakta ve teknesiyle dünya turuna çıkmayı hayal etmektedir.

 

 

 

Mukaddes Şekercizade (Lale Başar):

Fatih’in annesi, Fehmi’nin karısı. Fehmi’nin annesi Gülsüm Hanım ile sürekli bir didişme halindedir. Lüks içinde yaşamakta ve tam bir burjuva hayatı sürmektedir. İnsanları yönetmeye, onlar adına planlar yapmaya bayılır. Haliyle çocukları için de pek çok planı vardır. Kolay kolay pes etmez, onun lügatında ‘vazgeçmek’ kelimesi yoktur. Laf sokmayı ve bayılma numarası yapmayı çok sever. Zeynep’e karşı olan Mukaddes, Fatih’i İrem’le evlendirmek istiyor.

 

 

 

Selin (Nilay Deniz):

Fatih’in küçük kız kardeşi. Güzel, tatlı, deli dolu, sempatik. Abisinin aksine kimsenin ne düşündüğünü pek ciddiye almaz. Herkesi dinlese de en son kendi istediğini yapar. O da ağabeyi gibidir; parasıyla hiçbir zaman övünmez, son derece mütevazidir. Samimidir, insanlarla çabucak kaynaşır.

 

 

 

Orhan (Can Sipahi):

Zeynep’in halasının oğlu ama aynı evde büyüdükleri için küçük kardeşi gibidir. Dayısını ve Zeynep’i çok sever, onlara büyük saygı duyar. Dayısının elinde büyümesi sebebiyle ‘Oğlan dayıya çeker.’ sözünün canlı örneğidir adeta. Tıpkı dayısı gibi çabuk sinirlenen, huysuz, bağırıp çağıran bir tiptir. Gözü kara ve korkusuz biri olsa da dayısından çok çekinir, onun lafından çıkmaya korkar. Dayısı ile birlikte balıkçılık yapmaktadır. Her zaman duygularıyla hareket eder, onun vücudunda mantığa yer yoktur.

YAZARIN NOTU

Aşk Yeniden, son dönemde Türkiye’de oldukça popüler olan romantik komedi-aile draması karışımı bir tür. İşin romantik komedi kısmı su gibi akıyor gerçekten. Diyaloglar, espriler, oyunculuklar ve karakterlerin uyumu harika. Fatih&Zeynep çiftinin uyumunu izlemek, Buğra Gülsoy’un yerinde jest ve mimiklerle bezeli harika oyunculuğuna şahit olmak, birbirine zıt iki karakter olan Selin&Orhan ikilisini takip etmek son derece keyifli. Oyuncuların rollerinden ve bu dizide yer almaktan memnun oldukları her hallerinden belli. Bu durum da çok doğal, organik oyunculuklar sergilemelerine, belli ki çekinmeden doğaçlama yapabilmelerine ve kendilerini kısıtlamamalarına yol açıyor. Bu duygu da izleyiciye geçince tadından yenmiyor valla.

İşin bir de aile draması tarafı var tabi. Bu kısmı romantik komedi kısmı kadar sevmediğimi söylemeliyim. Türk dramasından zerre haz etmeyen biri olarak beni ilk birkaç bölüm rahatsız eder gibi olsa da alıştım işin bu tarafına da. Özellikle Şevket Reis karakterinin zaman içinde evrilmeye başlamasıyla drama kısmı da daha yenilir yutulur bir hal alıyor.

Mukaddes karakteri şahane gerçekten. Ben hayatım boyunca kötü karakter diye sunulan birini bu kadar sevdiğimi ve sahiplendiğimi hatırlamıyorum. İşin komedi tarafına büyük katkı sağladığını da belirtmeliyim. Lale Başar çok iyi iş çıkarıyor Mukaddes rolünde gerçekten.

Selin o kadar güzel, o kadar tatlı, o kadar deli dolu, o kadar sempatik ki izlerken onun rüzgarına kapılmamak elde değil gerçekten. Nilay Deniz’i seyretmek büyük bir lütuf.

Bir de Selim bebek var tabi. O kadar tatlı, o kadar sevilesi, o kadar uslu bir çocuk ki onu ben bile nüfusuma geçiririm valla Hiç ağlamayan, kim kucağına alırsa alsın garipsemeyen yapısıyla mükemmel bir çocuk gerçekten. [Not: Selim karakteri ikiz olan çocuk oyuncular canlandırmakta.]

Türk dizilerin süreleri can sıkabiliyor biliyorum ama romantik komedi sevenler muhakkak izlemeli bence Aşk Yeniden’i.

Fragman 1

Fragman 2

Jenerik Müziği

5 Kasım 2015 Perşembe

Marvel’s Jessica Jones – Ön Tanıtım

Marvel yine bir çizgi roman yapımı ile karşımızda. Sinematik evrenin yan ürünü olan bu dizi Daredevil’ın ilk sezonundan sonra, Avengers 2 civarı bir yerlerde geçiyor. Bu diziyi daha sonra Luke Cage, Iron Fist takip edecek ve Defenders dizisinde birleşecekler. Bu diziler her ne kadar Marvel evreni ile bağlantılı olsalar da kendi arasında daha fazla bağlantılı olacak.

Marvel evrenine yeni bir kadın kahraman ekleniyor. Sinemada gördüğümüz Kara Dul, Scarlet Witch, dizi evreninde gördüğümüz Agent Carter, Quake, Mockingbird hepsi çizgi romanda olan karakterlerdi. Bu seferki kahramanımız tanıdığımız tüm Marvel kahramanlarından biraz farklı. Hem de her yönden.

Jessica Jones Kimdir?

Çizgi romandaki geçmişinden bahsedeceğim. Okuyup okumamak tamamen size kalmış. Birebir diziye uyarlanacak diye bir şey yok ama biz yine de önlemimizi alalım, uyarımızı verelim.

Jessica Campbell lisede okuyan normal bir kızdır. Bir gün annesi, babası ve küçük kardeşinin olduğu bir araba yolculuğu esnasında kamyonla çarpışırlar ve kamyondan dökülen kimyasallar Campbell’a güçler verir. Yetim kalan Jessica, Jones soyadlı bir aile tarafından evlat edinilir. Örümcek Adam ile aynı lisede okuyan Jones, onu görür ve Jewel lakabıyla kendince süper kahramanlık işine girişir. Daha güçlerini yeni yeni keşfetmeye başlarken yolları Purple Man ile kesişir ve Jones’un hayatı kararır. Jessica’yı aylarca zihinsel ve fiziksel kölesi yapar.

 

KONUSU:

Kötü geçen süper kahramanlık deneyiminden sonra Jessica Jones kahramanlığa ara verir, Alias Investigations adı altında bir özel dedektiflik bürosu açıp kostümüne veda eder. Fakat geçmişinden birinin geri dönmesiyle hayatı tekrar kabusa dönmeye başlar.

KARAKTERLER

Jessica Jones/Jewel (Krysten Ritter): Bütün hayatı boyunca çok karanlık şeyler yaşamış talihsiz kızımız, kahramancılık oynamayı sevmeyen birisidir. Süper güçleri olsa da bu pek de onun umurunda değildir. Yaşadıkları yüzünden kendi içindeki şeytanlarla yüzleşen, alkolik, ruhsal sorunları olan bir kadına dönüşür. Purple Man’in ona yaşattıkları yüzünden hem fiziksel hem zihinsel olarak çöker. Kimseye bağlanamaz. Ardından kahramanlık yapamayacağını fark edince kendi dedektiflik bürosunu açar. Hell’s Kitchen’daki yerel suçluları, mafyayı devirmek gibi davalarla uğraşır.Zebediah Killgrave/Purple Man (David Tennant): Jessica Jones’un baş düşmanıdır. Aslen bir Daredevil kötüsü olan Purple Man, Jones’un geçmişinde inanılmaz büyük bir yer kaplıyor. Dizi de bunun hakkını verecek gibi duruyor. Çevresindekilerin zihinlerini kontrol etmesine yarayan hormonlar salgılayabilen bir süper suçludur. Jessica Jones’un da psikolojik bunalıma girmesinin ve süper kahramanlığı bırakıp dedektifliğe başlamasının tek sebebidir. Jessica’yı takıntı yapmıştır. Oldukça ürkütücü ve acımasız bir karakter olduğunu söylemeliyim. Tiksinmeye hazır olun. Bu adamın yapabileceği şeylerin sınırı yok.Luke Cage (Mike Colter): Luke süper insan kuvvetine ve kurşun geçirmez bir deriye sahip biridir. Dizide Jessica ile ilişki içerisinde olacaklar. Marvel’ın ilk sokaktan yetişme klasik siyahi kahramanıdır. Karakter olarak çok merhametli ve şefkatlidir. Kendi barı vardır. Jessica’nın hayatında böyle birine ihtiyacı var. Bakalım ilişkileri nereye kadar gidecek?

Trish “Patsy” Walker/Hellcat (Rachael Taylor): Jessica’nın sırdaşı ve en yakın arkadaşıdır. Normalde bu rolü Kaptan Marvel üstleniyordu ama kendisinin filmi geleceği için Hellcat karakterini kankası yapmışlar. O yüzden karakteri ne gibi bir yol çizecek kestiremiyorum.

Jeri Hogarth (Carrie-Ann Moss): Çizgi romanlarda erkek olan bu karakteri radikal bir kararla kadın yapmışlar. Tanımayanlarınız için söyleyelim kendisi Iron Fist’in babasının iş arkadaşıdır. Avukatlık yapar. Iron Fist öksüz kalınca onu büyüten kişidir.

Malcolm (Eka Darville) : Malcolm, Jessica Jones’un peşini bırakmayan adeta bir stalker (takipçi). Süper kahraman delisi arkadaşımız. Ama herkes gibi Iron Man/Thor manyağı değil. Daha alışılmışın dışında kahramanları seviyor. Kendisi Jones’un Jewel dönemine aşık biri.

Romanlardaki +18 sahneleri düşününce Netflix ve Marvel dizisi olarak ne kadar ileri gidebileceklerini merak ediyorum. Burada kan, vahşet gibi bir yaş sınırından bahsetmiyorum. Normal bir seks sahnesi de değil. Tamamen Kilgrave’in sapkınlıkları ile dolu manyaklıklar beni heyecanlandırıyor. Elbette Jones’un yaşayacağı karakter gelişimi, psikolojisinin yansıtılması, sıradışı olması ve fragmandan aldığım atmosfer, hayal kırıklığına uğratmayacağını söylüyor. Oyunculuklardan ise hiç şüphem yok.

20 Kasım’da tüm bölümler bizimle olacak. Bir çırpıda bitirip güncelleyeceğim. Diziyi enine boyuna inceleyeceğim, sürpriz yumurtaları konuşacağım. O zamana kadar bu yazı sizi doyurur umarım.

3 Kasım 2015 Salı

Birbirine Seni Seviyorum Demesi Gereken 15 TV Çifti

TVLine, birbirine “Seni seviyorum.” demesi gereken 15 TV çiftini listelemiş.

15- Awkward

Jenna (Ashley Rickards ) – Matty (Beau MIrchoff)

14- Empire

Cookie (Taraji P. Henson) – Anika (Grace Gealey)

13- Faking It

Karma (Katie Stevens) – Amy (Rita Volk)

12- The Flash

Barry (Grant Gustin) – Iris (Candice Patton)

11- Game of Thrones

Jaime (Nikolaj Coster-Waldau) and Brienne (Gwendoline Christie)

10- Gotham

Bruce (David Mazouz) – Selina (Camren Bicondova)

9- How to Get Away With Murder

Annalise (Viola Davis) – Wes (Alfred Enoch)

8- Modern Family

Andy (Adam DeVine) and Haley (Sarah Hyland)

7- Once Upon a Time

Emma (Jennifer Morrison) – Regina (Lana Parrilla)

6- The Originals

Elijah (Daniel Gillies) – Klaus (Joseph Morgan)

5- Outlander

Rupert (Grant O’Rourke) – Angus (Stephen Walters)

4- Pretty Little Liars

Alison (Sasha Pieterse) – Emily (Shay Mitchell)

3- Sleepy Hollow

Ichabod (Tom Mison) and Abbie (Nicole Beharie)

2-Teen Wolf

Stiles (Dylan O’Brien) – Derek (Tyler Hoechlin)

1- The Walking Dead

Rick (Andrew Lincoln) – Jessie (Alexandra Breckenridge)

Son Söz

TVLine listesini yapmış. Sizin bu listeye yorumlarınız nasıl? Sizin eklemek istediğiniz çiftler var mı? Buyurun klavyeye…