29 Aralık 2015 Salı

Yılın En İyi ve En Kötü Dizilerini Seçtik!

Geçenlerde sizlerin yorumlarıyla yılın en beğendiğimiz ve beğenmediğimiz dizilerini seçelim demiştik. Anket dün itibariyle son buldu ve 22 dakika izleyicisi olarak yılın en çok beğenilen ve beğenilmeyen dizilerini seçtik. Sonuçları açıklayalım öyleyse:

  2015 YILININ EN BEĞENİLMEYEN DİZİLERİ  

10 – American Horror Story: Hotel | Puanı: -21

10 – Haven | Puanı: -21

9 – Scream Queens | Puanı: -22

8 – Ash vs Evil Dead | Puanı: -23

7 – Fortitude | Puanı: -25

6 – Olympus | Puanı: -26

6 – Zoo | Puanı: -26

6 – We Hot American Summer | Puanı: -26

5 – Arrow | Puanı: -33

5 – Mr. Robot | Puanı: -33

5 – Helix | Puanı: -33

4 – The Bastard Executioner | Puanı: -34

3 – Wayward Pines | Puanı: -36

2 – Fear The Walking Dead | Puanı: -49

1 – Under The Dome | Puanı: -66

  2015 YILININ EN BEĞENİLEN DİZİLERİ  

10 – The Affair | Puanı: 49

9 – The Good Wife | Puanı: 52

8 – Homeland | Puanı: 53

8 – Banshee | Puanı: 53

7 – Better Call Saul | Puanı: 55

7 – House of Cards | Puanı: 55

6 – Fargo | Puanı: 67

5 – Shameless | Puanı: 77

5 – Sense8 | Puanı: 77

4 – Narcos | Puanı: 80

3 – Doctor Who | Puanı: 85

2 – Daredevil | Puanı: 105

1 – Game of Thrones | Puanı: 174

  BİRKAÇ İSTATİSTİKSEL BİLGİ  

En fazla 1. seçilen dizi Game of Thrones ve Doctor Who  oldu. (5 defa)

Onu Banshee ve Narcos takip etti. (4 defa)

Outlander, Killjoys ve The Walking Dead tek oy farkla en beğenilmeyenler listesine giremediler.

Oy kullanan, kullanmayan herkese teşekkürler!

26 Aralık 2015 Cumartesi

Böyle Anne Düşman Başına!

İzlediğimiz dizilerde kötü anne figürleriyle sıkça karşılaşırız. Uyuşturucu ticareti yapanı, cinayet işleyeni, alkol batağına saplanıp çoluğunu çocuğunu umursamaz hale geleni, kindarı, manipülatif olanı derken bu listeyi daha da uzatmamız mümkün.

Biz ise saydığımız özellikleri ve daha fazlasını bünyesinde barındıran televizyonun en kötü annelerine bu bildiride yer vermek istedik. Merak etmeyin onları gelmiş geçmiş en kötü anneler listemizden eli boş gönderecek değiliz.

Dizi: Nurse JackieKarakter: Jackie PeytonCanlandıran: Eddie Falco

All Saints hastanesinde ihtiyacınız olduğu vakit, her an her yerde Jackie yanınızda biterdi. İnsan ilişkilerindeki başarısının yardımıyla, hastaların ruhsal durumuyla pek bir güzel ilgilenirdi. O yoğun iş tempolarının, bitmez mesailerin hemşiresiydi. Kendini sağlam ve dengede tutabilmek içinde ilaçlarla yaşardı. O bir bağımlıydı ve kocası ile iki çocuğunu hep ihmal ederdi.Mükemmel en kötü anne hediyesi:  Vicodin, Xanax ve Percocet’ten oluşturduğumuz cicili bicili paketi kendisine sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

 

Dizi: Mad MenKarakter: Betty DraperCanlandıran: January Jones

O güzelim mavi gözler ekrana bazen öyle soğuk bakardı ki, tüylerimiz diken diken olurdu. İşte o anlar genelde Betty’nin çocuklarını azarladığı anlardı. Onun soğuk tavırlı sıkıcı çocuk yetiştirme taktikleri yüzünden, Sally annesine iyice yabancılaşmıştı.

https://www.youtube.com/watch?v=c5ObWr7MY_4

Mükemmel en kötü anne hediyesi:  Ona tam otomatik ama sarsıntı gücü yüksek bir çamaşır makinası hediye etmeyi uygun bulduk. Artık eskisi yeteri kadar işlevini görmüyordu. Güle güle kullansın.

 

Dizi: Boardwalk EmpireKarakter: Gillian DarmodyCanlandıran: Gretchen Mol

Daha genç yaşta yetim kalıp hayat onu sağa sola sürükledikten sonra, gece kulüplerinde dansçı kız olarak çalışmaya başlamıştı. Gillian her önüne gelenle rastgele yattığı bu ortamlarda, çocuğu Jimmy’i de peşinden sürüklemişti. Üstelik Jimmy’i daha 14 yaşındayken doğurmuştu. Anlayın çocuk ne kadar çile çekti. İlerleyen dönemlerde daha neler oldu neler, ne siz sorun ne biz söyleyelim.Mükemmel en kötü anne hediyesi: Malum teknoloji ilerledi. Bu yüzden bizde düşündük taşındık, kendisine  hediye olarak bir buhar makinesi seçmeyi uygun gördük. İyi günlerde kullansın.

 

Dizi: MomKarakter: Bonnie Plunkett, Christy PlunkettCanlandıran: Allison Janney, Anna Faris

Bonnie’nin kötü annelik dönemleri epey eskiye dayanıyor ama yinede o günleri bizlere ara ara hatırlatıyor. Üstelik onun bu konudaki beceriksizliği kızı Christy’e de sirayet etmiş. O da iki çocuğuna pek iyi annelik yaptığı söylenemez.Mükemmel en kötü anne hediyesi: Biz bu iki anne adayından hediyemizi Christy’e verelim istedik. Pek seveceğini ümit ettiğimiz pofuduk bir kedi armağan ediyoruz. İyi hapşırmalar.

 

Dizi: Sons of AnarchyKarakter: Gemma TellerOyuncu: Katey Sagal

Oğlu Jax’in hayatına giren bütün kadınlara karşı bir müdahalesi oldu. Bir yavrum sen aşık değilsin, aşık olursan ben sana söylerim demediği kaldı. Gerisi de bizde kalsın.

Mükemmel en kötü anne hediyesi: Çetedeki  kayıplar malum, işte bu yüzden her daim kullanabileceği Fisher‘ların cenaze evinden 10 adet bedava merasim organizasyonu takdim ediyoruz.

 

Dizi: VeepKarakter: Selina MeyerCanlandıran: Julia Louis-Dreyfus

Selina kızı Catherine’e hediye etmek istediği yavru köpeği, bir siyasi dublör malzemesi haline dönüştürür. Alçak gönüllü kızımızda barınaktan büyük bir hevesle köpek seçimi yapar. Fakat Selina köpeği o kadar çirkin bulur ki, dalga geçmediği tarafı kalmaz. Sonunda da politik nedenlerden dolayı köpek alma konusunda fikrini değiştirir.Her şey bir yana kızına karşı ne kadar ilgisiz bir anne olduğunu üstteki görsel çok güzel bir şekilde açıklıyor.

Mükemmel en kötü anne hediyesi: 2.bölümün sonuna geldiğimizde makam aracı içinde yaşadığımız hadiseyi unutmamız mümkün değildi. Kendisine bu gibi durumlarda başa çıkmak üzere hoş kokulu bir sprey hediye ediyoruz.

 

Dizi: WeedsKarakter: Nancy BotwinCanlandıran: Mary-Louise Parker

İki çocuklu dul annemiz Nancy, güzide semtimiz Agrestic’de ailesini ayakta tutabilmek için marihuana satışına başlar. Doğal olarak listemiz içinde  biçilmiş bir rol model haline gelmesi kaçınılmaz. Çocuklarıda çok kısa bir sürede onun bu takdire şayan girişimci ruhunu örnek almakta gecikmezler.

Mükemmel en kötü anne hediyesi: Nancy’e ne alırsak alalım, alacağımız şeyi ticky-tacky ile yapılmış küçük bir kutunun içine koyduğumuza emin olalım.

 

Dizi: Game of ThronesKarakter: Cersei LannisterCanlandıran: Lena Headey

2.sezonun 9.bölümünde oğlu Tommen Baratheon‘u kucağına alıp, aslan ile yavrusunun hikayesini anlattığı masalın sonunu nefesimizi tutarak izledik. Bir anne daha fazla ne kadar zalim olabilir düşünmeden edemedik.Mükemmel en kötü anne hediyesi: Düşündük taşındık, Nightshade (it üzümü) esansında karar kıldık. Stoklarında bitmiş olmalı, içtiği şarabın içine bir damla koyarak gerilen sinirlerinin yatışmasını ümit ediyoruz. Ancak ilişiğine eklediğimiz prospektüsüne, on damlalık dozu başkalarının üzerinde kullanmaktan itina ile sakınmasını nasihat ettiğimiz bir paragraf eklemeyi kesinlikle ihmal etmiyoruz.

24 Aralık 2015 Perşembe

Oyun || 22dakika Baba soruyor: HO HO HOOO! Hangi dizin hortlasın?

22dakika Ailesi olarak dizilerle ilgili oyunlar oynamayı, hayaller kurmayı seven bir kitleyiz.Yeni yıla girerken izlediğimiz bir sürü yabancı dizide Noel ve yılbaşına dair bölümler çıkıp duruyor. Sevdiğimiz/sevmediğimiz karakterler birbirlerine hediyeler alıyor/almayı unutuyor. Noel Baba kılıklı tipler çocuklardan yeni yılda neler istediklerini öğreniyorlar.

E bizim de bir 22dakika Baba’mız olsaydı ne olurdu? Tabii ki sevdiğimiz dizilerimizin iptal edilmemesi ile ilgili isteklerimizi dinler dururdu herhalde.

Öyleyse 2016’ya günler kala haydi bir oyun oynayalım:22dakika Baba’nın kucağındaki çocuk olalım ve bitmiş olan dizilerden geri getirmesi için 3 tanesini isteyelim. Dizilerin yayın tarihleri ile ilgili herhangi bir zaman kısıtımız yok. Çocukluğunuzdan bir dizi de olabilir, bu sezon iptal olduğu haberini aldığımız bir dizi de. “İlle de haksız yere iptal olmuş olsun” diye bir kısıtlamamız da yok. Hakkıyla final yapmış bir diziyi de geri getirebiliriz, sonu bağlanamadan iptale uğramış bir diziyi de.

Hangi 3 dizinin dönmesini diliyorsunuz? Pamuk eller klavyeye.

Bakalım bir çoğunluk oluşabilecek mi.

22 Aralık 2015 Salı

Ekranların En Sevilesi Aptalları

Çoğunluğu komedilerde olmak üzere bolca aptal karaktere maruz kalırız dizilerde. Bu aptallardan bazıları sevilesidir, bazıları ise sövülesi. İşte ben de izlemiş olduğum dizilerdeki en sevilesi 18 aptal karakteri derledim bu yazımda. Başlayalım mı?

Penny – Kaley Cuoco (The Big Bang Theory): İlk onunla başlamasam ayıp olurdu herhalde. Sheldon ve Leonard gibi 2 zeka küpü arasında aşırı Fransız kalan aptal sarışınımız Penny. Ama o bu kadar seksiyken onu nasıl sevmeyiz ki? (Tabi bu eski zamanlarını. 2015’teki halini değil.)

Oliver Queen – Stephen Amell (Arrow): Buna bazılarınız ‘cık’ diyebilir. Bazısı aptal bulmayabilir bazısı da sevilesi bulmayabilir. Ama o benim için; kafası pek basmadığı için genelde yanlış kararlar alan iyi niyetli, sevilesi bir halk kahramanı.

Ulvi – Bülent Çolak (Geniş Aile): Cevahir’in ölümüne ortağı Ulvi. Yarım gram beyni vardı ama biz onu ‘Her Türlü’ süyle sevdik be ortaaam.

Danny Wheeler – Derek Theler (Baby Daddy): Sevilesi aptallıkta tavan yapmış karakterlerden biri de Baby Daddy’nin yakışıklısı Danny Wheeler. Aptal olabilir ama kalbi o kadar temiz ki! Sevdiklerinin mutluluğunu her zaman kendi mutluluğunun önüne koyan fedakar Danny.

Thad – Alan Ritchson (Blue Mountain State): Tamam ona bazen gıcık kaptık, bazen onu anlamaya çalışsak da anlayamadık ama biz BMS’çiler 3 sezon boyunca nedenini bir türlü anlayamasak da Thad’i çok sevdik.

Morgan Grimes – Joshua Gomez (Chuck): Tamam Chuck Bartowski’yi ve güzeller güzeli Sarah Walker’ı çok özledik de Morgan Grimes’ı özlemedik mi? Onu da çok özledik be! O da tıpkı Ulvi gibi ‘aptal sevimli yancı’ kontenjanından listede.

Laurie – Busy Philipps (Cougar Town): Sarışın-Aptal-Seksi. Üstüne üstlük bir de sevimli. Onu hangimiz sevmedik ki?

Jeff – Richard Coyle (Coupling): Çoğu kişinin Coupling’deki en sevdiği karakter olan Jeff de ‘sevilesi aptal çapkın’ kontenjanından listede.

Carol Rance – Kathleen Rose Perkins (Episodes): Carol da Sarışın-Aptal-Seksi kontenjanından listede kendine yer bulanlardan. Mimikleri de çok tatlı tabii.

Tim Riggins – Taylor Kitsch (Friday Night Lights): 4-5 sezon boyunca ‘Bu kadar aptal biri nasıl bu kadar cool olabilir ki?’ sorusunun cevabını bir türlü bulamadığımız kişi. Çok az konuşur. Konuşunca ‘Konuşmasaydı iyiydi.’ deriz. Ama severiz be!

Joey Tribbiani – Matt LeBlanc (Friends): En Sevilesi Aptallar diye liste yapılır da hiç hepimizin göz bebeği Joey dışında kalır mı? Allahtan Episodes var da Joey’ye olan özlemimizi az da olsa her sene gidermeye devam edebiliyoruz.

Rogelio De La Vega – Jaime Camil (Jane The Virgin): Kendisi diziyi izlememin en büyük sebeplerinden biri. Aptallığı, aşırı pişmiş egosu ve pamuk gibi kalbiyle aşırı sevilesi bir karakter Rogelio.

Kartal – Cemil Şahin (Kardeş Payı): Hem aptal, hem de çirkin. Garip ama sevilesi.

Prudence – Kelly Brook (One Big Happy): Dizinin iptaline en çok onu bir daha izleyemeyeceğim için üzülmüştüm. Tamam seksiydi ama bir o kadar da tatlıydı ki!

Summer Roberts – Rachel Bilson (The O.C.): Pek zeki sayılmazdı, biraz çocuksuydu, epey de sığdı. Ama çok sevdik onu da.

Jake Harper – Angus T. Jones (Two And A Half Men): En sevilesi aptallardan biri de tabii ki Jake. İtirazı olan?

Silas Botwin – Hunter Parrish (Weeds): Nancy gibi bir ayaklı zekadan nasıl bu seviye aptal bir oğlan çıkmış anlamasak da hepimiz sevdik Silas’ı da.

Edgar Quintero – Desmin Borges (You’re The Worst): Aptal olabilir ama mükemmel bir yüreğe sahip.

Açıkçası listelemeye başlamadan önce erkek karakter sayısının kadın karakter sayısından bu kadar fazla çıkacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Aptal kadın karakterler üzerinden prim yapmak daha çok filmlere özgü bir şeymiş anladım ki! TV’de aptal erkek daha fazla prim yapıyormuş.

Ben hazırlarken çok eğlendim. Umarım siz de okurken aynı seviyede eğlenebilmişsinizdir. Bu arada sizin en sevilesi aptal karakterleriniz hangileri peki?

19 Aralık 2015 Cumartesi

Haven Kasabası’nda Neler Oluyor? || Bölüm 2 || Audrey

Haven kasabasına dün veda ettik. Geçen yazıda Audrey’e kadar neler yaşadığını paylaşmıştık. Şimdi de Audrey’in kasabaya ayak basmasıyla başlayan yeni döngüde neler yaşandığını hep beraber görelim. Güncel olmayan okumasın. Başlıyoruz.Audrey yatağında yeni kimliğiyle uyanıyor. Bu sefer bir FBI polisi kendisi. Başında FBI’daki sorumlusu Howard’ı dikili buluyor. Ondan sıradaki görevini teslim alıyor ve Haven’a doğru yola çıkıyor. Önceki seferlerde olduğu gibi her şeyden habersiz yine.

Mara her seferinde yaptığını yapıyor, başta inanmakta zorlansa da yine sorunların varlığına ikna oluyor ve kasabanın polis merkezi ile birlikte sorunlulara yardımcı olmaya başlıyor. Colorado Kid haberini görüyor. Görseldeki kişinin benzerlikten dolayı annesi olduğuna inanıyor. Bir yandan da onu araştırıyor. Sezonun sonuna doğru aslında o fotoğraftakinin kendisi olabileceğini öğreniyor.Bu süreçte Nathan’ın gerçek babası ortaya çıkıyor. Bu gelişmeyle şerifin de aslında sorunlu olduğunu öğreniyoruz. Sorunu ise Haven’ı bir arada tutan kişi olması. Ne zaman ki duygusal bir travma yaşar ve sorununu kontrol edemez hale gelir, bu Haven’in sonu anlamına gelirmiş.

İlk bölümde Audrey’in kasabaya gelişinin, şerifin Lucy’ye olan aşkını ve hasretini depreştirmesiyle küçük küçük depremler yaşamıştı Haven. İlkini Audrey yoldayken yaşamıştı hatırlarsanız. Hatta bu yüzden Audrey kaza yapmıştı. 80’lerde Colorado Kid cinayetinden de sorumlu tutulan bir suçlu olan Nathan’ın öz babasının ortaya çıkması ise ona taşıyabileceğinden daha ağır geliyor ve parçalanarak ölüyor. Kendisiyle beraber Haven da büyük bir yıkım yaşıyor.

Nathan babasının ölümüyle yeni şerif oluyor. Polislerden biri olan Dwight’ı da ekibe dahil edip 4lümüz kasabanın sorunlarıyla mücadele etmeye devam ediyorlar.

Önceki jenerasyonlarda iletişim ve bilgi paylaşımı bu kadar kolay olmadığından sahiplendikleri kimlikler sorun teşkil etmemişti. Ancak gerçek Audrey ve Howard’ın kendisinden haberdar olmalarıyla bu jenerasyonda işler değişiyor. Howard Audrey’i kimlik hırsızlığını araştırması için Haven’a gönderiyor. Bizim Audrey kimsenin bilemeyeceği küçük Audrey anılarıyla gerçek Audrey’i durumun sandığından daha karışık olduğuna ikna etmeyi başarıyor.Audrey Howard’a kimlik hırsızlığının asılsız çıktığını ancak bir süre daha kasabada kalmaya karar verdiğini söylüyor ve bir yandan ekibe yardım ederken bir yandan da durumu anlamaya çalışıyor. Duke ile çıktığı bir saha görevinde tek başınayken ahır karşısına çıkıyor ve Audrey içine giriyor. Çıkmasıyla birlikte bizim Audrey ile ortak olan tüm hafızası ahır tarafından siliniyor. Bizim Audrey kasabaya geldikten sonraki yaşantılarını hatırlayabildiğinden yeni sevgilisi kasabaya çağrılıyor ve gerçek Audrey sevgilisiyle beraber her şeyden habersiz olarak Haven’dan ayrılıyor.

Her şey kasabada yoluna girdi derken Audrey gizemli biri tarafından kaçırılıyor ve Colorado Kid’in nerede olduğu konusunda sorgulanıyor. Bu maskeli arkadaş, sürekli Lucy diye seslendiği Audrey’i ve Colorado Kid’i takıntı haline getirmiş.

Audrey kurtulduktan sonra polis olduğu için psikiyatrik destek almak zorunda kalıyor. Claire Callahan sayesinde geçmişe odaklanmaya başlayan Audrey rüyalarında Lucy’den anılar görmeye başlıyor ancak Howard tarafından hatırlamaya çalışmaması konusunda uyarılıyor.

Maskeli katilimiz nam-ı diğer Boltgun Killer, insanları öldürmeye devam ediyor. Öldürdüğü insanların da derisini yüzüyor. Bir süre boyunca insanları öldürüp derilerini çalmaya devam ediyor. Uzun bir süre Audrey’e arkadaş olan ve geçmişi hatırlamasında yardım eden psikiyatr da bu kurbanlardan biri oluyor.

Öğreniyoruz ki bu katil aslında Arla Coganmış. Hani önceki yazıda bahsettiğimiz James Cogan’ın eşi. Audrey’in kasabaya dönmesiyle sorunu aktif oluyor ve Audrey’in döndüğünü anlıyor. Onla beraber James’in de döndüğüne inandığından James’i aramaya başlıyor. Bu süreçte de çok yaşlanmış olduğundan James döndüğünde ona eskisi gibi görünebilmek için sorununu kullanıyor ve kendisine benzeyen insanların ciltlerini çalarak kendi cildini oluşturmaya başlıyor ve başarıyor da.

Tabii James dönmedi, çünkü ahırda hala. Meteor yağmurunun yaklaşmasıyla Audrey’de ve arkadaşlarında tedirginlik başlıyor. Bu tedirginliği sezen Muhafızlar da Audrey’İn ahıra gireceğinden emin olmak için ortaya çıkmaya başlıyor. Muhafızlar konusunda bir şey bilmeyen ekibimiz bilgi sahibi olabilmek için Nathan’ın eskiden bir muhafız olan öz babasını kullanıyorlar. Nathan babasının kimliğini öne sürerek kendisini de muhafızlara dahil ettiriyor. Bu süreçte muhafızlardan Jordan ile yakınlaşıyorlar. Onun sayesinde ekibimiz muhafızların var olma nedenini, planlarını öğreniyorlar.Meteor yağmuruna çok az bir zaman kala ahır ortaya çıkıyor. James de ahırla beraber geliyor. İyileşmiş gibi görünüyor. Kendisini öldürdüğüne inandığı annesini ve Arla’yı arıyor. Ancak ahırdan ayrılmasıyla durumu kötüleşmeye hastalanmaya başlıyor. Tekrardan ahıra dönmesi gerekiyor. Bu sırada Audrey kısmı da ahır tarafına geliyor. Muhafızlar da aynı şekilde.Audrey gerçekleri James’e anlatıyor. Arla, James’in her şeyi öğrendiğini görünce sinirlenerek Audrey’i öldürmeye çalışıyor ancak yanlışlıkla James’i bıçaklıyor. O sinirle ikinci denemesini yaparken de Audrey tarafından vuruluyor.

Howard ortaya çıkıyor ve gitme vakti geliyor. Audrey yaralı James’i de alarak ahıra girecekken Nathan Howard’ı vuruyor ve ahır parçalanmaya başlıyor. Audrey olacakları durduracağını umarak ahıra giriyor. Son anda Duke da dalıyor ve ahır Howard’la beraber parçalanarak yok oluyor. Yok olurken Arla’yı da çekiyor. Ahır Audrey ile kaybolmasına rağmen meteorlar Haven’a yağmaya devam ediyorlar.Ahıra ait olmayan Duke kendini bir akvaryumun içinde buluyor. Audrey Parker diye bağıra bağıra tedavi için hastaneye yatırılıyor. 6 aydır ortalıkta olmadığını öğreniyor. Hastanedeyken Jennifer Mason adında bir kadın onu ziyarete geliyor. Sürekli bağırıp durduğu Audrey’i ve daha birçok kişi duyabildiğini söylüyor. Meğerse Jennifer da sorunluymuş ama 80’lerde doğduğunda Howard tarafından evlatlık işlemleri halledilerek Haven’ın dışına gönderilmiş. Sorunu ahırla bağlantılı olması. Ahırı ve ahırda konuşulanları duyabiliyor. Bunları Duke’a anlatıyor ve beraber Haven’a dönüyorlar. Audrey’in sevdiği kişiyi öldürerek sorunları ortadan sonsuza dek kaldırabileceği konuşmasını da duymuş ve ekibe söylüyor. Muhafızlar da duyuyor.Audrey hala ahırda. Ahır yeni bir döngüyü başlatamayacak derecede hasar alınca parçalanma süresince geçici bir kimlik ve oda yaratarak Audrey’i muhafaza ediyor. Bu süreçte Audrey Lexie Dewitt adında bir barmen olarak hayatına devam ediyor. William’ın bara gelip ona durumu izah etmesiyle sorun çözülüyor. William ona arkadaşlarının onu geri getirmeye çalıştığını, iki tarafın da ahırın kapısını bulup açmaları gerektiğini söylüyor. Ahırı dinlemeye devam eden Jennifer, bunu duyuyor ve kapıyı buluyor. Muhafızlar da Audrey’in Nathan’ı öldürüp sorunları sona erdirmesi için kapının olduğu yere geliyor. Audrey, diğer tarafa geçtiğinde muhafızların onu beklediğini görünce Nathan’ı öldüremeyeceği için Lexie rolünü sürdürmeye devam ediyor.

Audrey’nin dönüp ahırın tamamen yok olmasıyla Jennifer’ın sorunu sessizleşiyor. Muhafızlar sorunları yok edemedikleri için hala sinirliler ve o sıralarda muhafızların başında olan Vince ile bir çözüm bulmaya çalışıyorlar. O sırada tek çözümün Audrey’in sevdiği kişiyi öldürmesi olduğunu düşündüklerinden, bu durumda da Lexie’yi Nathan’a tekrar aşık etmek durumu çözebileceğinden Lexie Nathan’la birlikte polis merkezinde çalışmaya başlıyor. Beraber sorunları çözmeye devam ediyorlar.

Bir süre sonra Audrey Duke ve Nathan’a durumunu itiraf ediyor tabii. Haven’da işler gerçekten karışıp da sorunların sona ermesi gerektiğini ikilimiz fark edince kaderlerini kabul ediyorlar. Audrey Nathan’ı öldürmeyi kabul etmişken işler yeniden değişiyor. Çünkü ekibin kalanı, Audrey’nin Nathan’ı öldürmesinin herkesin sonu olacağı gerçeğini öğreniyorlar.Bu sırada Duke ve Jennifer yakınlaşıyorlar. Duke bir yandan da yokluğunda kasabaya dönüp işini devralan ağabeyiyle uğraşıyor. Jordan sorununu bitirebileceğine inandığından Wade ile yakınlaşmaya başlıyor. Onun sorununu aktive etmeye çalışıyor. Sonunda başarıyor ama Wade’in Duke kadar insaflı olmadığını da öğreniyoruz. Sorunluları öldürmeye başlıyor, kendine hakim olamıyor. Jennifer’ı öldürmeye çalışırken Duke tarafından yakalanıyor ve öldürülüyor. Kardeşini öldürmesiyle Crocker sorunu yok oluyor.Tüm bunlar olurken kasabada yeni yeni sorunlar belirmeye başlıyor. Bu sorunluların ortak noktası ise ciltlerinde sadece Audrey’in görebildiği siyah bir el izine sahip olmaları. Meğer William boşluktan kaçmış bir süredir Haven’da takılıyormuş. Aetherlarla da kasaba halkına yeni sorunlar veriyormuş. Hafızasını kaybetmiş gibi davranarak Audrey’le yakınlaşıyor ve tensel temaslarla parça parça da olsa anılarını hatırlatmaya çalışıyor.

Sorunların kaynağını bulan ekip William’dan kurtulmak için onu öldürmeye karar veriyor. Onu vurduklarında öğreniyorlar ki William boşluktan dünyamıza kendini Audrey’e bağlayarak çıkabilmiş zaten. Birinin başına gelen diğerinin başına da geliyor. Bu yüzden birbirlerine dokunduklarında anıları canlanıyormuş. Plan işe yaramıyor kısacası.

Bu süreçte William Audrey’e geçmişleri hakkında bilgi vermeye devam ediyor. İnsanlara nasıl sorun verdiklerini gösteriyor. Bu sırada bir bebeğin sorunu aktifleşiyor ve onun sorununu konuşarak çözmek mümkün olmuyor. Audrey aileye yeni bir sorun vermeye çalışıyor, ama ilk denemesinde beceremiyor. Son çare bebeğin babası Duke’tan kendisini öldürüp aile sorununu yok etmesini istiyor. Duke’un sorununun yok olduğunu kimse bilmiyor tabii. Bu sayede herkes öğreniyor. Audrey bu sefer Duke’a sorununu tekrar vermeyi deniyor ve başarıyor. Duke bebeğin babasını öldürüyor ve aile sorununu yok ediyor.Audrey insanlara sorun vermeye başlayınca orijinine ait anıları yüzeye çıkmaya başlıyor. Yavaştan hatırlamaya başlıyor. Ahır büyük bir hasar alarak işlemez hale gelmiş olsa da ahırın bir parçası olan ve hem Mara kopyalarında hem de ahırla bağlı olan Jennifer’da olan bir roman yardımlarına yetişiyor. İşleyen gerektiği şekilde işleyen bu lanetin, Mara’nın kim olduğunu hatırlayarak sona ermesini istemediğinden ve William’ın da cezasını çekmeye geri dönmesi gerektiğini düşündüğünden Jennifer yoluyla bizim ekiple iletişime geçiyor ve onları açabilecekleri ve William’ı boşluğa gönderebilecekleri bir inceye yönlendiriyor.

Bu arada sezonlarca Dave’in ince açmaktan sürekli çekinmesinin, milleti engellemesinin sebebi zamanında inceden geçtiğinde bir gariplik yaşadığının farkında olmasıymış.

İnceyi bulup açıyorlar ve William’ı boşluğa itiyorlar. Düşmeden önce sıkıca Audrey’e tutunan William onun bağlantılı olduğu Audrey kişiliğinden kurtulduğuna emin oluyor ve ardından ince kapanıyor. Jennifer yere yığılarak ölüyor. William ve Audrey de aramızdan ayrılıyor ve saf kötü Mara ile baş başa kalıyoruz deniz fenerinde.İncenin kapanmasıyla deniz feneri büyük bir patlamayla yıkılıyor ve içerideki herkes başka noktalara ışınlanıveriyor. Duke her yıl sorunlarla daha da dolduğu için artık taşma noktasına geliyor ve içindeki sorunlar bir bir Haven’ı etkilemeye başlıyor. Bunda Jennifer’ı kaybetmesinin neden olduğu duygusal stresin de payı büyük.Bu sırada Mara ince aramaya başlıyor ancak bulduğu inceler hep kapalı çıkıyor. Amacı William’ı geri getirip dünyadaki aether zulasını bulabilmek. Bütün kasaba Mara’dan nefret etse de Nathan ve Duke Audrey’in hala orada olduğunu bildiklerinden Mara’yı korumaya devam ediyorlar.

Mara Duke’a içinden sorunların zararsızlarını seçerek kendisini rahatlatabileceğini söylüyor. Bir süre bu şekilde kendini idame ettiren Duke bunu Mara’nın aleyhine kullanmaya karar veriyor ve eski sorunları araştırarak bir ayırma sorunu buluyor. Bunu aktive ederek Audrey’i Mara’nın bedeninden ayırıyor.

Audrey artık o özel kişi değil. Sorunlara bağışık değil, sıradan bir insan. Mara’dan kabuğunun ayrılması gibi. Yine de William ile olduğu gibi bir bağ olabileceğinden korkarak Mara’yı muhafızlara vermeyip bodruma kilitliyorlar ve rutinlerine dönüyorlar.Bedeninden sorun çıkardıkça arkadaşlarının empatisini giderek kaybettiğini düşünen Duke, Mara’nın da gaz vermesiyle ona daha fazla güvenmeye başlıyor.

Bu sırada Charlotte Cross yani Mara’nın annesi Haven’a geliyor. Hastalık Kontrol Merkezi’den kasabayı araştırmaya geldiğini söylüyor. Kasabanın halini gören Charlotte karantina bölgesi ilan ediyor. Duke sorununu kullanarak durumu açıklıyor ve Charlotte da ekiple çalışmaya başlıyor. Sorunluların kanında genetik bir farklılık fark ediyor ve bu farklılıktan yola çıkarak sorunlara tedavi bulabileceğini iddia ediyor.

Ayrılmadan dolayı Audrey’in vücut hücreleri normalden daha hızlı ölmeye başladığından hastalanıyor. Durumu her geçen gün daha da kötüleşiyor. Charlotte onun Mara olduğunu düşündüğünden ağzından laf almaya çalışıyor ama işe yaramıyor. Gerçek Mara da kasaba dışında olduğundan durumdan haberdar değil. Ekip sonradan aile yüzüğünün aynısını Charlotte’un arabasında da bulup, onun aslında HKM’den gelmediğini öğrenip onunla yüzleşince, Mara durumu da açık ediliyor, böylece Charlotte kızının Audrey olmadığını anlıyor. Gerçekler ortaya dökülüyor. Charlotte her şeyi anlatıyor. Mara’nın çok tehlikeli olduğundan, onu kendi dünyalarına geri götürmek istediğinden ve verdiği zararları geri almak istediğinden bahsediyor. Aynı dünyada iki Mara olmasının Audrey’e zarar verdiğini, tekrardan birleşmeleri gerektiğini söylüyor. Mara ve Charlotte bir araya gelip yüzleşiyorlar ve Charlotte ikisini birleştiriyor, ancak birleştirirken Audrey’de Mara’nın her şeyden önceki iyi halini gördüğünden onu seçiyor ve Mara sonsuza dek yok oluyor.Mara’nın ölümüyle kontrol altında olan Duke sorunları büyük bir patlamayla Haven’a yayılıyor. Sorunlardan biri yüzünden kasaba çevresi giriş çıkışı engelleyen bir sisle kaplanıyor. Kasaba envai çeşit sorunla doluyor. Sorunların hepsini Duke verdiğinden hepsine karşı bağışık durumda.

Audrey ve Charlotte birlikte çalışarak sorunları tamamen yok edebilmenin yollarını arıyorlar. Charlotte sorunları ahırı tekrardan yaratarak bu sefer lanet olmadan bitirebileceğini söylüyor. Ahırı yaratmak için aether gerekiyor, William’ın gizli aether zulasını arayıp bulup onu ahır yapmakta kullanılacak şekilde işliyorlar ama bu sırada Croatoan Charlotte’u öldürüyor. Başka bir sorunla geçici olarak geri getirebildikleri Charlotte’tan ahırı oluşturabilmek için ahırın özünü de bulmaları gerektiğini öğreniyorlar ve Charlotte’la vedalaşıp onu uğurluyorlar.

Duke sorunlara neden olduğu için kasabayı sis bulutundan geçerek terk ediyor. Kasaba dışı başta bir yere bağlanmayacak gibi duran hikayesini izliyoruz. Orada ışınlanma sorunu olan eski bir arkadaşının kızıyla buluşuyor.

Meğerse geçici inceler oluşturarak ışınlanıyormuş. Başka bir sorun sayesinde Nathan Duke ile iletişime geçip Colton sorununu kullanabilmek için kızı getirmesini istiyor. Kız gelip Audrey’in yüzüğüyle ince açıyor ve Nathan inceden boşluğa geçiyor ve oradan ahırın özünü alıp dünyamıza götürüyor. Ahırın özü sayesinde Howard ile tekrardan iletişime geçebilmeye başlıyorlar. Howard hasar aldığı için artık ahırı yaratabilecek durumda olmadığını söylüyor.

Bu sırada Dave’in bedenini Croatoan’ın kullandığı öğrenip bunu onun aleyhine kullanmaya çalışıyorlar. Hafızalarla oynama gücünü elinden almayı son anda başarabilse de Dave kızgın Croatoan karşısında hayatta kalmayı başaramıyor. Croatoan ete kemiğe bürünerek kasabaya ayak basıyor ve Audrey’e kimliğini açıklıyor.

Kardeşinin ölümüyle boşluğa düşen Vince en başından beri yaşama amacının sorunluları korumak olduğunu hatırlıyor ve Howard’ı çağırıp kendisini yeni ahır sorumlusu yapmasını istiyor. Howard ahırı yok ederken kendisinin de öleceğini belirterek görevi Vince’e devredip yok oluyor.

Sorumlu kişi, öz ve işlenmiş aetherları bulunan ekip için geriye Croatoan’a ve sorunlara son vermek için son basamak olan ahırı yeniden yaratmak kalıyor. Final için iyi seyirler… Umarım başından memnun kalkacağımız bir final olmuştur.   

17 Aralık 2015 Perşembe

The Last Kingdom || Tanıtım

Ekim ayında BBC Two ve BBC America soframıza yeni bir dizi getirdi: The Last Kingdom

Dizi, Bernard Cornwell‘in Savaş Lordu Yıllıkları adlı kitap serisinden uyarlandı. 10 Ekim 2015 tarihinde yayın hayatına başladı ve 28 Kasım 2015 tarihinde ilk sezonunu tamamladı. Geçtiğimiz günlerde de yeni sezon onayını aldı. Bölüm süreleri 55 dakika ve ilk sezonu da 8 bölümden oluşmakta.

Dizinin mutfağındaki isimler: Stephen Butchard, Nigel Marchant, Gareth Neame ve Chrissy Skinns

Uhtred – Brida

KONU

Dizimizin hikayesi M.S. 9. yüzyılda başlıyor. İngiltere parçalanmış durumda ve her tarafta Viking kuşatmaları var. Uhtred, (Alexander Dreymon) ağabeyinin Vikingler tarafından öldürülmesinden sonra vaftiz edilerek babasının topraklarının varisi olur. Daha sonra babasının ordusu ağabeyinin intikamını almak için Vikingler ile savaşa girer fakat babası savaşta öldürülür, Uhtred ise çocuk yaşta Viking lordu Ragnar tarafından esir alınır. Daha sonra Uhtred’in hakkı olan tahta boşluktan yararlanan amcası geçer ve Uhtred’i Vikinglerden satın alıp öldürmek ister. Fakat babasının sadık yardımcısı Peder Beocca (Ian Hart)  sayesinde Ragnar Uhtred’i vermez ve kendi topraklarına götürür. 

Peder Beocca

Bu olayın üzerinden aradan yıllar geçer, Uhtred genç bir delikanlı olur. Kendisi bir Viking gibi yetişir ve Ragnar’ın öz oğlu gibi sevgi görür. Yanında onunla aynı kaderi taşıyan genç ve güzel sevgilisi Brida (Emily Cox) vardır. Bir gün Ragnar’dan intikam almak isteyenler ona suikast girişiminde bulunurlar, bunun sonucunda Ragnar ve ailesi öldürülür. Aileden sadece Uhtred, Ragnar’ın oğlu Genç Ragnar (Tobias Santelmann), Uhtred’in sevgilisi Brida ve Uhtred’in üvey kız kardeşi sağ kurtulur. Genç Ragnar savaştadır o yüzden orada yoktur. Ragnar’ı öldürenler, Ragnar’ın kızını kaçırıp, Uhtred’in amcasının topraklarına sığınırlar.

Genç Ragnar

Uhtred, Brida ile birlikte amcasının elinden hak ettiği toprakları almak ve babasının intikamı için İngiltere’ye doğru yola koyulur. İlk önce kendisini amcasına fark ettirip kaçar, ardından kendini Viking-Sakson savaşları ortasında bulur. Vikingler İngiltere’yi işgal etmek üzeredirler ve Uhtred de topraklarını almak için İngiltere’nin Son Krallık adıyla anılan ve merkezi olan Wessex’e doğru yola çıkar. Amacı Kral vasıtasıyla topraklarını almaktır.

Alfred

Wessex Kral’ı Uhtred ile tam olarak görüşemeden savaşta hayatını kaybeder ve yerini kardeşi Alfred (David Dawson)‘e bırakır. Alfred ise Uhtred’in yardımı karşılığında topraklarını alabileceğini vaat eder. Uhtred için zor sınav başlamıştır. Kendisi, Saksonlar ve Vikingler arasında bir tercih yapmak zorundadır…

SON SÖZ

Öncelikle dizinin bu senenin iyi ve gelecek vaat eden işlerinden biri olduğunu söyleyebilirim. İlk sezonunda fazla kafa karıştırmadan, izleyiciyi sıkmadan akıcı bir şekilde hikayesini anlattı ve sezonunu tamamladı. Süresi uzun olduğu halde izlerken hiç sıkmadı. Dizideki oyunculuklar da fazla abartı olmadan gayet yerinde ve iyi bir şekilde aktarıldı. Oyuncularını çok fazla tanımasam da hemen içim ısındı.

Bir de şu detaya değinmek istiyorum: Dizide Vikings dizisinden hatırlayabileceğiniz isimler geçiyor, fakat bu dizide olaylar sadece kurgu. Gerçeklik yok. Diziden bir Vikings bekleyenler beklemesin; çünkü dizinin Vikings ile ortak tarafı isimler, zaman ve olayların içinde Vikinglerin olması. Başka hiçbir ortak tarafı yok. Ona göre beklentinizi ayarlayıp da girin derim.

TANITIM FRAGMANI 

15 Aralık 2015 Salı

Bana Komşunu Söyle

Büyüklerimiz boşuna dememiş ev alma komşu al diye, bu veciz atasözümüzü kulak arkası edenin vay haline. Kötü komşularla yaşanan ilişkiler her zaman için kavgalara, gürültülere ve anlaşmazlıklara gebedir. Hele ki her daim kapınızın önünde tüneyen baykuş misali gibilerinin verdiği rahatsızlık canınızı fena halde sıkabilir.

Biz ise bu bildiride, izledigimiz dizilerde örneklerini sıkça gördüğümüz kimi iyi huylu kimi ise hayatı yaşanmaz kılan, birbirinden ilginç komşu karakterlere değinmek istedik. Bu, paylaşımlı bir yazı olduğundan listeyle sınırlı kalmayarak sizler de fikirlerinizi yorum kısmına ekleyebilirsiniz.

Dizi: Married With Children

Karakter: Marcy D’Arcy

Canlandıran: Amanda Bearse

Başlangıçta yeni evli kocası Steve ile birlikte mutlu ve sakin bir hayata sahip olarak tanıdığımız Marcy, komşuları olduğu çarpık aile ilişkilerine sahip Bundy’lerin evine gide gele tıpkı onlara benzemeye başlar. Tipik bir feminist olan Marcy, dizi boyunca atıştıkları Al Bundy’nin aşağılayıcı kadın düşmanı şakalarından bol bol nasibini almıştır.

Dizi: Friends

Karakter: Ugly Naked Guy

Canlandıran: ?

Monica: Karşıda teleskoplu bir manyak var!

Zamanla işler tersine döner ve Monica’nın karşı pencere komşusunu dizi boyunca bol bol dikizleriz. Ne yaptığını hep merak ederiz, bazen sağlığından endişe ederiz. Miskin miskin saatlerce hareketsiz şekilde yattığı bir günde, öldüğünden şüphelenip pencereden pencereye uzatılan bir çubuk yardımıyla dürtüp, hayatta olup olmadığını test etmişliğimiz de oldu.

Phoebe: Hey çocuklar bakın, çirkin yaşlı adamın yerçekimi çizmeleri var.

Dizi: The Simpsons

Karakter: Ned Flanders

Seslendiren: Harry Shearer

Slogan: Hey didly ho

Simpson’ların aşırı dindar komşusu Ned, çocuklarını da kendine benzetmeye çalışır. Homer‘ın kendisinden nefret ettiğini sağır sultan duydu. Hatta Homer bir Noel şarkısı bestelemek için piyanonun başına geçtiği sırada, Ned’in olmadık müdahalesi ile kaçan ilham perileri yüzünden şarkı, şekil değiştirerek komşusuna duyduğu nefreti ifade eden nakaratlara dönüşür. Everbody Hate Nate Flanders olan şarkının adı, daha sonra Amerika’da oldukça popüler olur.

Dizi: Full House

Karakter: Kimmy Gibbler

Canlandıran: Andrea Barber

Yan komşuları Kimmy’den çektikleri kadar Tanner’lar hiçbir şeyden çekmemiştir. D.J‘in en yakın arkadaşı olan bu karakter, lafını esirgemeyen yapısıyla aile üyelerine hep bir muhalif düşman tavrı sergilemiştir. Hakkını yemeyelim yeri geldiğinde sevimli de olabiliyordu.

Dizi: American Horror Story

Karakter: Constance Langdon

Canlandıran: Jessica Lange

Bir zamanlar Los Angeles’a aktris olma hayalleri ile kapağı atan ama sinema endüstrisinin cüretkar rollerde kullanmak istemesi nedeniyle restini çeken Constance’ı, bizler Harmon’ların gizemli yan komşusu olarak tanıdık. O ve Down sendromlu kızı Adelaide’ın, Harmon’ların evine karşı her zaman bir takıntıları olduğuna şahit olduk. Aslında Constance’ın bu esrarengiz ev ile oldukça kötü anıları vardı.

Dizi: Friday Night Dinner

Karakter: Jim

Canlandıran: Mark Heap

Eğer karşı komşunuz bozulan tuvaletini bahane ederek zırt pırt hacetini görmek için kapınızı çalıyorsa nasıl hissederdiniz? Anne Jackie‘nin, çocuklarıyla geleneksel hale getirdiği Cuma gecesi yemekleri ile bir araya toplanan aile, sık sık Jim ve beraberinde getirip sözünü dinletemediği hafiften de tırstığı köpeği Wilson’ın tacizlerine maruz kaldı.

Dizi: The Big Bang Theory

Karakter: Penny

Canlandıran: Kaley Cuoco

Kim istemez Penny gibi bir komşusu olmasını, kapısında pas pas olacak erkeklerin sayısı hiç az olmasa gerek. Sheldon ve Leonard’ın bitişiğinde yaşayan, ölçülebilir IQ puanından yoksun ama sağduyulu, sevimli, komik, tatlı… Tamam tamam burada kesiyorum, kimine göre öyle, bana göre de böyle işte

Dizi: Seinfeld

Karakter: Cosmo Kramer

Canlandıran: Michael Richards

Seinfeld’in evine paldır küldür dalan kapı komşusu Kramer’i izlerken, acaba şimdi şapkadan nasıl bir tavşan çıkaracak diye bekledik durduk. Her defasında yaptıkları ile bizi şaşırttı. Birçok çelişkili kişilik özelliğini barındıran karakter, kendine has yaşam tarzıyla bize nasıl yaşamamız gerektiğini öğretti. Enteresan fikirlerinin ise her daim hastası olduk. Kısacası onu çok sevdik.

12 Aralık 2015 Cumartesi

Seed – Tanıtım

Daha çok Amerikan dizilerini yayınlayan, hepimizin yakinen tanıdığı Kanada kanalı City TV‘nin orijinal yapımı olan bir komedinin tanıtımına hoş geldiniz. Karşınızda Seed!

KİMLİK BİLGİLERİTürü: Komedi

Sezon – Bölüm Sayısı: 2 Sezon, 26 Bölüm

Yayın Aralığı: 4 Şubat 2013 – 5 Haziran 2014

Süre: 22 dk.

Kanal: City TV

 

KONU

Komedimizin baş kahramanı, barmenlik yapan ve sevilen bir bekar olan Harry. Bağlılık ve sorumluluk gibi kavramlar lugatında bulunmayan Harry için işler, kolay yoldan para kazanmak amacıyla bir zamanlar yaptığı sperm bağışlarından birinin ürünü olan 9 yaşında bir erkek çocuğu kapısında belirince değişiyor. Çocuk Harry’yi, bir arkadaşının ağabeyine sperm bankasının veri tabanını hackletmesi sonucu bulmuş. Harry olayın şaşkınlığını atlatamadan aynı gün çalıştığı bara 15 yaşında bir kız daha geliyor. Tahmin edin bakalım! O da Harry’nin babası olduğunu söyleyince işler daha da renkleniyor. Daha yeni otobüste tanıştığı bir kadın da tesadüfen Harry’nin spermiyle hamile kalınca Harry bir anda 2+1 çocuk babası oluyor. Oğlu ve kızı ile yaşadığı küçük maceraların ardından baba olmayı ilginç bulan Harry, Harry’yi havalı bulan çocuklar ve Harry’nin iyi bir sorun çözücü olduğunu fark eden çocukların aileleri de ortak paydada buluşunca; bu kocaman, garip ailemizin hikayesi de başlamış oluyor.

KARAKTERLER VE OYUNCULARHarry (Adam Korson):

Taze baba, barmen, çapkın bir bekar. Bağlılık ve sorumluluk konusunda problemleri var. Pek sorumluluk sahibi olmaması yetişkinler üzerinde negatif etki yaratsa da bu özelliği çocukların onu havalı bulmasını sağlıyor. Billy (William Ainscough):

Harry’nin 9 yaşındaki yeni oğlu. Garip ama şirin bir çocuk. Harry’yi kendine rol modeli olarak alıyor. 2 lezbiyen anneye sahip.Anastasia (Abby Ross):

Harry’nin 15 yaşındaki yeni kızı. Başta ailesi olmak üzere çoğu şeyden nefret etmeye programlanmış bir ergen. Bazen sinir bozucu olsa da onun da sevimli olduğunu söylemek mümkün. Baskın bir anne ve pısırık bir babaya sahip.Rose (Carrie-Lynn Neales):

Harry’nin yoldaki çocuğunun annesi. Geçmişte yaşadığı ilişki problemlerinin ardından tek başına anne olmaya karar vermiş. Zeki, çekici, ama kendine olan öz güvenini de bir tık yitirmiş biri.Zoey (Stephanie Anne Mills):

Billy’nin daha feminen olan annesi. Sıcak kanlı, özgür ruhlu,doğal ve sevimli biri.Michelle (Amanda Brugel):

Billy’nin daha maskülen olan annesi. Kuralcı, kıskanç, insanlarla Zoey’ye nazaran daha zor anlaşan biri.Janet (Laura de Carteret):

Anastasia’nın Çocuk Psikologu annesi. Evde sözü geçen kişi. Etrafındaki insanları kontrol etmeyi seven biri.Jonathan (Matt Baram):

Anastasia’nın babası. Karısı Janet başta olmak üzere insanlara pek karşı gelemeyen pısırık biri.Irene (Vanessa Matsui):

Harry’nin patronu ve en yakın arkadaşı. Özgür ruhlu, sıcak kanlı biri.

 

 

YAZARIN NOTU

Seed, 2 sezon boyunca keyifle izlemiş olduğum bir dizi. 3. sezon olmayacağı açıklandığında bayağı üzmüştü beni. Ama 2. sezonun kabul edilebilir bir finalle bittiğini belirtmeliyim tabii. O yüzden rahatlıkla izleyebilirsiniz.

Karakterlerin hepsi kendine has özellikleri olan sevilesi kişiliklere sahip. Özellikle Harry’yi, Billy’yi ve Zoey’yi sevmemek imkansız gerçekten. Karakter komedisinin yanına; hikayenin ilgi çekici çıkış noktasının beraberinde getirdiği bolca durum komedisi de eklenince oturup bir çırpıda 2 sezonu hüpletebileceğiniz bir dizi haline geliyor Seed.Fragman İçin Tıklayın

10 Aralık 2015 Perşembe

Amazon’da 6. Deneme Bölümü Mevsimi

Son 1-2 yıldır kaliteli dizileriyle dikkat çeken Amazon, bildiğiniz gibi diğer kanallardan / online platformlardan daha farklı bir deneme bölümü (pilot) sezonu sürecine sahip. Orijinal dizileri için sipariş ettiği deneme bölümlerinin hepsini internet sitesi üzerinden yayınlıyor ve izleyicisinin puanlamalarına, tepkilerine, gördüğü arz ve talebe göre içlerinden seçtiklerini diziye dönüştürme kararı alıyor.

Belli dönemlerde birkaç deneme bölümü aynı anda çıkıyor ve hangilerinin tam sezon onayı alacağı belli olana kadarki süreye ‘deneme bölümü mevsimi (sezonu)’ diyoruz. Bunlardan 3. mevsimin deneme bölümlerini şurada, 4. mevsiminkileri ise şurada sizlerle paylaşmıştık. En son 4. mevsimin 6 dizisinden 2’si (Mad Dogs ve The Man in the High Castle) ilk sezon onayını kapmıştı.

Bunların üstüne geçtiğimiz Haziran ayında 5. mevsimi yapıldı ama bunların hepsi çocuklara yönelik dizilerinden oluştuğu için 22dakika sayfalarında yer almadı. Ağustos ayında ise iki diziyle (Sneaky Pete ve Casanova) mini bir mevsim yapıldı ve Sneaky Pete tam sezon onayı alırken Casanova ek senaryo siparişi alabildi. Bu iki diziyle ilgili ayrıntılara şuradan ulaşabilirsiniz.

İşte geldik 2015 sonbaharına ve yine 6 yeni deneme bölüme sahip yeni bir mevsime. Bölümlerin hepsini kendi yöntemlerinizle bulup izlemeniz mümkün.

EDGE

George G. Gilman’ın kitabından uyarlanan, Shane Black‘in (Lethal Weapon, Iron Man 3) yönetmenliğini yaptığı bir drama.

KONU: Missouri’deyiz, yıl 1865… Josiah Hedges, nam-ı diğer Edge, İç Savaş’tan evine döndüğünde yakın silah arkadaşının kendine ihanet ettiğini, kardeşini öldürdüğünü ve burada acımazsız yöntemlerle sahte bir hükümdarlık kurduğunu öğrenir. Güzel ve gizemli bir kadın beklenmedik bir şekilde Edge’in yoluna çıkınca, Amerikan gücünü bu kadar yüksek noktaya ulaştıran karanlık komployu ortaya çıkarmak ve intikam almak için birlikte hareket etmeye başlarlar.

OYUNCULAR: Max Martini, Ryan Kwanten, Yvonne Strahovski, Alicja Bachleda ve William Sadler.

Diziden bir sahne için tık.

GOOD GIRLS REVOLT

KONU: 1969’da, özgür dünya sayesinde yeni bir kültürel devrim başlarken, zamanın getirdiği değişimi reddeden bir yer hala vardı: Haber merkezleri.

Bu dönem draması News of the Weeks dergisinde çalışan, adil muamele peşindeki bir grup genç yazar kadını merkezine koyuyor. Onların devrimci istekleri herkesinkinden daha farklı bir değişime katılmayı teşvik ediyor. Evlilikler, kariyerler, seks hayatları, aşk yaşamları ve arkadaşlıklar üzerine bazı anlayışları baş aşağı etmek gibi…

OYUNCULAR: Anna Camp, Grace Gummer, Chris Diamantopoulos, Genevieve Angelson, Hunter Parrish, Teddy Bergman, Daniel Eric Gold, James Belushi, Erin Darke ve Michael Oberholtzer.

Diziden bir sahne için tık.

HIGHSTON

KONU: 19 yaşındaki iyi niyetli ve sıra dışı Highston Liggetts, her yönüyle hiçbir şeyini anlamadığı dünyada kendi yerini bulma mücadelesindeki şizofrenik bir gençtir. Bunu başarmak için de kendisine rahat bir yaşam sağlayan ve tavsiyeler veren ünlü arkadaşları olduğunu hayal eder. Sersemlikleri konusunda endişelenen ama onunla empati de kurabilen bu hayali geniş ailesindeki her bir üye, sürekli başka ünlü bir isimle değişmektedir.

OYUNCULAR: Mary Lynn Rajskub, Chris Parnell, Flea, Curtis Armstrong, Shaquille O’Neal ve Lewis Pullman.

ONE MISSISSIPPI

KONU: Başrol oyuncusu Tig Notaro’ın hayatından hafif esinlenmeler taşıyan bu kara komedi, Tig’in Mississippi’ye dönmesiyle tekrar karmaşık çocukluğuna gezintiye çıkması ve çok sevdiği annesinin ölümünü kabullenmesi üzerine olan süreci ele alıyor.

Yakınlarda bozulmaya başlayan sağlığı nedeniyle sendelerken bir yandan onu gerçekten anlayabilecek, tutunabileceği sağlam birini bulma çabasına girer. Karşısına çıkan eski kız arkadaşı Mississipi’de kalması ve ümidini kaybetmemesi için bir başka sebeptir.

OYUNCULAR: Tig Notaro, Noah Harpster, John Rothman, Beth Burvant ve Casey Wilson.

NOT: Yarım saatlik dramedinin yapımcıları arasında Louis C.K.’in de yer aldığını belirtelim.

PATRIOT

KONU: İstihbarat Subayı John Tavner’ın son görevi, İran’dan gelecek nükleer saldırıyı önlemek, bunu yaparken de orta batıdaki bir boru firmasında çalışan orta sınıf bir işçi kılığında, bütün güvenli yöntemleri bırakarak “resmi olmayan” bir koruma sağlamaktır.  PTSD ile bir kuvvet gösterisi, bir valinin ehliyetsizliği, patlak veren fiyaskolar görevini ve kendini tehlikeye atarken bir yandan aile sorunlarıyla boğuşmaktadır.

OYUNCULAR: Michael Dorman, Kurtwood Smith, Michael Chernus, Terry O’Quinn ve Gil Bellows.

Tanıtım filmi için tık.

Z — THE BEGINNING OF EVERYTHING

KONU: Z: The Beginning of Everything, Zelda Sayre Fitzgerald‘in yaşam öyküsünü anlatan bir drama. Bu güneyli güzel kadının dönemindeki kadınlara göre aykırı davranmaya başlamasını, yazarlığa adımını ve modern feminizmin ikonuna dönüş sürecini konu alıyor.

Zelda’nın kendi kitaplarını yayınlamayan yazar F. Scott Fitzgerald ile 1918’de tanışmadan hemen öncesinde başlayan dizi, onay aldığı takdirde zamanının ötesindeki bu kadının büyüleyici yaşamından başlayıp gümbürtülü 1920’lerde en ünlü ve en adı çıkmış çifte dönüşmeleri öyküsüne kadar uzanma niyetinde.

OYUNCULAR: Christina Ricci, Gavin Stenhouse, David Strathairn, Kristine Nielsen, Holly Curran, Scott Rosenfeld ve Sean Bell.

8 Aralık 2015 Salı

Endeavour || Tanıtım

1960’lı yıllara olan yolculuğumuz başlıyor. Bir ressamın elinden çıkmışcasına tablo gibi önümüze serilen, zarif mimarisi eşliğinde Oxford manzaralı bir dedektiflik macerasına atılıyoruz. Genç dedektif Morse karmaşık cinayetleri üstün zekası ile çözerken, biz de bir yandan çayımızı veya kahvemizi yudumlayıp, öte yandan biraz beyin jimnastiği ile bulmacanın eksik kısımlarını tamamlayıp cinayetleri kimlerin işlediğini tahmin etmeye çalışacağız. Bu zevkli, bir o kadar da uğraş gerektiren maceramıza siz de katılmak ister misiniz?

YAYIN BİLGİLERİ

Endeavour, ITV’nin 1997-2000 yılları arasında 13 sezon süren dizisi Inspector Morse’un öncesini anlattığı uzantısıdır. Yani Morse’un 1960’lı yıllardaki çömez dedektiflik günlerine gidiyoruz.Yine ITV’de 2007-2015 yılları arasında 9 sezon yayınlanan Lewis dizisi de Inspector Morse’tan doğmadır.Inspector Morse’un her şeyden önce, Colin Dexter tarafından yazılan 13 serilik bir polisiye roman olduğunu belirtelim.Endeavour, Inspector Morse dizisinin 25. yılı şerefine 2012 yılında 90 dakikalık televizyon filmi olarak ekranlara geldi.Gelen olumlu yorumlar üzerine bu sefer 2013 yılında yayınlanmak üzere 4 bölümlük sipariş aldı.Dizinin 2. sezonu dahil yayınlanan 9 bölümün de süreleri 90’ar dakikadır.Dizi yayınlandığı günler reyting diliminden yüzde 25’lik bir pay kapıp ortalama yedi milyon İngiliz’i ekranları başına toplamayı başardı.

Genç dedektif Morse (Shaun Evans) çelişkiler içinde kararsız bir ruh haline sahiptir. Bir yandan yalnızlığından hoşnutken, bir yandan da insanların içine karışamamaktan dolayı pişmanlık duyar. İnsanlarla ilişkilerinde anlaşılamamaktan dolayı sorunları vardır. Toplumun içine karışmaktan ve bir yere veya kimseye bağlı olmaktan korkmaktadır. Asla sahip olamayacağı kadınlara ilgi duyar. Onun edebiyata ve müziğe olan ilgisi melankolik kişiliğinin huzur bulma çabasının bir sonucudur. Bu karakteristik yapısının şekillendiği yer ise doğup büyüdüğü hissiz, sessiz ve soğuk bir kasabadan gelmektedir.

Oxford Üniversitesi’nde başarılı bir öğrenciyken mezun olma aşamasında burayı terk eder. Bilinmeyene doğru olan bu kaçışının nedeni ise sevdiği kadının onu terk etmesidir. Nişanlısı okulun ilk yıllarında aşık olduğu adama geri dönmüştür. Sevip kaybetmenin ruhunda açtığı yaralarla annesinin ölümünde olduğu gibi başa çıkamaması, onu bir sonraki durağı olan kraliyet kuvvetlerine götürür. Kendini bir yere ait hissetmeme duygusu ile başa çıkamaması neticesinde buradaki görevi de kısa sürer. Genç yaşına rağmen çıktığı hayat macerasında art arda gelen tatminsizlik duygusu, Carshall Newtown’da bağlı bulunduğu polis kuvvetlerinde de yakasını bırakmaz. İstifa mektubunu yazdığı sıralarda, Oxford’ta 15 yaşlarında kayıp bir kız için takviye polis kuvvetine ihtiyaç duyulur. Ekip içinde Morse’un da adı vardır.

İstifa mektubu cebinde Oxford’a gelen Morse’a tıpkı ekipteki diğer genç polisler gibi kayıt tutma ve gelen telefonlara cevap vermek gibi iş yükünü hafifletici görevler verilir. Kayıp kız vakası oldukça ilgisini çeken Morse, kendi çabalarıyla geç saatlere kadar çalışarak araştırmalarını sürdürür. Emniyet müdürü Thursday (Roger Allam), soruşturmada çıkmaza girdiği zamanlarda, kendisinde zeka parıltıları gördüğü Morse’u yanına dahil eder.

Mazoşist geçmişinin izlerini barındıran, aşk acısının hatıralarıyla bezeli Oxford’a dönüşü, Morse’un kendiyle yüzleşmesini ve geçmiş hatalarından ders çıkarmasını sağlayacak mı, izleyip hep birlikte öğreneceğiz.Morse: Ben iyi bir dedektifim.

Thursday: Ama kötü bir polissin. İlki öğretilemez ama ikincisini aptallar bile öğrenebilir.

Anlaşılacağı üzere Morse’da yetenek vardır ama biraz yoğrulmaya ihtiyacı vardır. Thursday gibi babacan karakterli bir müdüre denk gelmesi onun için bir şanstır. Thursday bir yandan mesleğin inceliklerini öğretirken, diğer yandan Morse’u başı boş bırakmak istemez. Bir nevi özel şoförü olarak kullanarak kendisine daha yakın tutarken, ailesi de Morse’u epey tanımıştır.Biraz da dizinin formülünden bahsedelim. Her bölümün ilk birkaç dakikasında konuya mevzu olan karakterler ve belli belirsiz ipuçları gösteriliyor. İlk başta anlamsız gelen bu sahneler bölümün sonlarına doğru ilerledikçe anlam kazanmaya başlıyor. Dolayısıyla buralar önemli, dikkatle izlemek gerekiyor.

Dizide bölümler, genellikle tek bir cinayet vakası ile açılırken olaylar bununla sınırlı kalmıyor. Parçaların yavaş yavaş birleştirilmesi aşamasında, konu daha da zenginleşerek yeni cinayetler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bulmacanın parçaları daha bir genişleyerek konu daha bir karmaşık hal alıyor.

Tabii bunun yanında, Morse’un ruh halinin diziye çok hakim olup domine ettiğini söyleyelim. Özellikle karakterin müzik zevkinin opera olması dolayısıyla seçilen müziklerin tamamı oralardan geliyor. Merak etmeyin melodilerin atmosferi dinginleştirmesi uykunuzu getirmediği gibi ilerleyen bölümlerde kulağınız müziğe iyice aşina oluyor. Unutmadan, benim gibi antika arabalara merakınız var ise dizide bol bol arz-ı endam eden Jaguar’ların güzelliğine dibiniz düşebilir. Rahatta izleyin, iyi seyirler.

FİLM FRAGMANI

1. SEZON FRAGMANI

2. SEZON FRAGMANI

 

6 Aralık 2015 Pazar

Tut – Tanıtım

Mini dizi tanıtımlarına devam! Sırada Spike’ın 3 bölümlük minisi Tut var.

KİMLİK BİLGİLERİ

Türü: Drama, Tarih, Biyografi

Sezon – bölüm sayısı: 1 sezon, 3 bölüm

Bölüm süresi: 85 dk

Yayınlandığı kanal: Spike

KONU

Hikaye, firavunların kendilerini Tanrı-kral ilan ettiği bir dönemde Mısır’da geçiyor. Güçlü bir firavun ölünce firavunun genç ve toy oğlu tahta çıkıyor. Bu toy oğul da, 1922 yılında bulunan mezarı ile son yüzyılda adından bolca söz ettiren, arkeologlar ve tarihçiler tarafından ölümünün gizemi çözülemeyen ve üstüne hala kafa yorulan Tutankhamun‘dan başkası değildir. Dizi, tarihçilere göre kendisini Tanrı-kral ilan eden ilk Mısır hükümdarı  IV. Amenhotep oğlu Tutankhamun’un tahta çıktıktan sonraki hayat hikayesine odaklanıyor.

Tutankhamun’un babası güçlü bir hükümdardır. Bu güçlü hükümdar vakitsiz bir şekilde ölünce; vasiyeti üzerine Tutankhamun kız kardeşi Ankhe ile evlenerek tahta çıkar. Ankhe, Ka adında bir aşığı olsa da babasının vasiyeti ve kraliçe olma arzusu baskın gelince kardeşi Tutankhamun ile evlenmeyi kabul eder. İlk başlarda babasının da vezirliğini yapmış olan Vezir Ay ve ordu tarafından çok sevilen General Horemheb’in kılavuzluğunda pasif takılan Tutankhamun, bir süre sonra herkesten gizli gizli tebdil-i kıyafet halkın arasına çıkmaya başlayınca, tüm ömrünü geçirdiği sarayın adeta bir fanus olduğunu ve ülkesinde/gerçek dünyada olup bitenlerden bihaber olduğunu fark eder. Tebdil-i kıyafet dolaşmalarından biri sırasında başına gelecek olan bir olaydan sonra ise Tutankhamun’a her şey artık daha farklı görünmeye başlayacaktır. Hakkı olan hükümdarlığı başta olmak üzere birçok konuda büyük bir mücadele Tutankhamun’u beklemektedir.

3 Aralık 2015 Perşembe

Tırıvırı Bilgiler – The Office

The Office hakkında ilginç, eğlenceli,gereksiz bilgiler karşınızda. Diziyi izleyen arkadaşlar için listeyi okumak zevkli olacaktır diye düşünüyorum. İzlemeyen arkadaşlar içinse belki ufak birkaç ispiyon olabilir.

Bildiğiniz gibi The Office aslında bir İngiliz dizisi. Amerika versiyonun yapımcısı Greg Daniels, Amerika’ya uyarlarken diziyi aslında NBC için düşünmemiş. O sıralarda NBC’nin hit şovu Will & Grace’in dizinin önüne geçmesinden çekiniyormuş. Daniels’in aklında FX ve HBO varmış. Fakat sonra daha geniş bir kitleye hitap etmek için NBC seçilmiş.Bazen muzip bazen çekilmez patronumuz Michael Scott’ı canlandıran Steve Carell, rolü NBC’deki diğer bir projeden ötürü kıl payı kaçırıyormuş. Michael Scott için diğer seçmelere katılan kişiler ise şunlar: Bob Odenkirk, David Koechner ve Alan Tudyk…Adam Scott Jim, Seth Rogen Dwight, Mary Lynn Rajskub Pam, Eric Stonestreet Kevin karakterini oynamak için seçmelere katılmış.Muhasebeci karakterlerden Oscar aslında başta eşcinsel değilmiş. O sırada masa okumalarına oyuncunun sürekli pembe giyerek gelmesiyle yazarlar karakteri değiştirmişler.Tanıtımda olan bir bilgiyi buraya taşıyorum: Ofisteki bilgisayarlar gerçekten internete bağlıymış. Ve oyuncular aralarda internette dolaşıyorlarmış.John Krasinski (Jim) ve BJ Novak (Ryan)  aynı liseyi 1997’de bitirmişler.

Brian Baumgartner (Kevin) ve Ed Helms (Andy) liseden arkadaşlarmış.Jenna Fischer dizideki nişan yüzüğünü hala saklıyor ve takıyormuş. Söylentilere göre yüzüğün fiyatı 5.000 $ civarındaymış.Dizide depo olarak gördüğümüz yer gerçekten de ofis olarak izlediğimiz mekanın altındaymış.Jenna Fischer (Pam) ve Angela Kinsey (Angela) ‘in oynadıkları karakterlerin aksine çok iyi arkadaşlarmış.Neredeyse kendini canlandıran Creed Bratton gerçekten de 1960’ların gruplarından The Grass Roots’un üyelerinden biri.Yine Creed hakkında bir bilgi. Bir Creed, düşüncelerini yazması için Ryan’dan bir blog açmasını istemişti. Ryan da dünyayı Creed’in beyninden kurtarmak için ona bir Word sayfası açmıştı. Creed’in düşüncelerini okumak isterseniz böyle bir sayfa var. Burada bulabilirsiniz. NBC ilk sezonun sonunda iptal etmeyi düşünmüş. Ama o sıralar Steve Carrell’ın The 40 Year Old Virgin filmiyle getirdiği sükse sebebiyle diziye bir şans daha verilmiş.Bir bölümde John Krasinski, Meredith’in alçısını oynadığı karakter Jim Halpert’ın adıyla değil, yanlışlıkla kendi adıyla imzalamış.Dizinin jeneriğindeki Scranton şehri sahnelerini John Krasinski ve arkadaşları çekmiş. 

Dunder Mifflin hayali bir şirket olmasına karşın diziden sonra önemli bir turizm getirisi olması sebebiyle Scranton Ticaret Odası tarafından resmi bir şekilde tanınmış.Son olarak bazı oyuncu seçimi görüntüleri:

Umarım böyle bir ifade olmuştur yüzünüzde:

Not: Bazı tanıtımların sonunda görüp beğeniyor, bundan çok güzel bir yazı olur diye düşünüyordum. Yabancı kaynakların belli sayı haliyle sundukları listelerden karışık bir liste hazırladım. Umarım beğenirsiniz.Diğer diziler içinde yapmayı çok isterim.

2 Aralık 2015 Çarşamba

2015 Aralık’ta TV Ekranı

Soğuk bir Aralık ayında, hafif bir Aralık ekranıyla başlamıştık bu yazı dizisine. Bir anda koskoca yıl geçiverdi. Sadede gelirsek; dizilerin büyük kısmı bu ay sezon ara finallerini yapacak. Eh, birazdan göreceksiniz, bu ay da yine geçen Aralık gibi soğuk ve hafif bir ay olacak. Bu ne demek oluyor? Koca yıl boyunca bu yazı dizisini okurken kenara not ettiğiniz ama izlemeye zaman bulamadığınız dizileri arşivin tozlu harici disklerinden çıkarma zamanı geldi.

Yeni Gelenler

1 Aralık – Real Rob (1. sezon) NETFLIX (tanıtım filmi)

Schneider’ın kendisini canlandırdığı bu Netflix komedisinde Schneider bir yandan dengesiz asistanı ve sapık takipçisiyle uğraşırken bir yandan da kariyeri ve ailesi arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır.

14 Aralık – Childhood’s End (1. sezon) SYFY (tanıtım filmi)

Kitap uyarlaması olan 3 bölümlük bu mini dizi, uzaylıların barışçıl nedenlerle dünyayı istila edişinin ardından onların kuralları altında dünyalıların kimliklerini kültürlerini yavaş yavaş kaybedişini anlatacak.

14 Aralık – The Expanse (1. sezon) SYFY (tanıtım filmi)

Yüzlerce yıl gelecekte, güneş sisteminde kolonileşilip dünyanın B.M. tarafından yönetildiği, Mars’ın bağımsız ordu gücü barındırıp Asteroid bölgenin su ve hava kaynağı olarak kullanıldığı bir dönemde Mars, Dünya ve Asteroid bölge arasında bir savaş çıkmak üzeredir.

Aralık – And Then There Were None (1. sezon) BBC 1 (tanıtım filmi henüz yok)

Ünlü polisiye yazarı Agatha Christie’yi bilmeyen azdır, en meşhur kitaplarından biri olan On Küçük Zenci’yi de. Doğumunun 125. yılını onore etmek amacıyla benim de bayılarak okuduğum bu güzel eseri 3 bölümlük bir mini dizi yapmaya karar vermişler.

Birbirini tanımayan 10 kişi okyanus ortasında bir adada malikanesi olan U. N. Owen çifti tarafından hafta sonu için misafir olarak çağrılır. Oraya vardıklarında ev sahipleri yerine onları karı koca olan iki hizmetli beklemektedir. Ev sahipleri ortada yoktur ve adadan ana karaya dönmek için ellerindeki tek ulaşım aracı da az önce ayrılmıştır.

28 Kasım 2015 Cumartesi

Şeytanlarımla Baş Başayım || River || Tanıtım

Gecenin ıssız ve soğuk karanlığında, şehri sokak lambalarının ve açık birkaç dükkanın loş ışıklarının aydınlattığı ortamda bir kadın polis dedektif arkasında kalan yorgun bir günü bitirmek üzeredir. İki şeritli bir caddenin orta yerine geldiğinde bir an duraksar. Bir arabanın ona doğru geldiğini gördüğü esnada karşı kaldırıma geçmek yerine ona gelen tehlikeyi bekler. Bu çoktan kaderini kabullenmiş hali, bir tükenmişliğin bir çaresizliğin neticesi olabilir mi? Beklenen olmuş, trajik bir sonla biten hayat öyküsünün ardından cevaplanması gereken sorular yumağı kalmıştır.Malum İskandinavya ülkelerinden çıkan Nordic Noir türü diziler ile birkaç yıldır fazla içli dışlı olduk. Özellikle bunların polisiye konulu olanları artan beğeniler ile oldukça iyi yorumlar aldı. Bunlardan Forbrydelsen, Bron/Broen ve Den Som Draeber’ın Amerikan kanallarınca uyarlamaları yapıldı.Genellikle merkezine güçlü kadın dedektifleri koyan bu kara dramalara İngiliz BBC kanalı da el atmış gibi görünüyor. Gillian Anderson’un başrolünde olduğu The Fall’un ardından kanal bu sefer River adlı dizi ile bizleri buluşturdu. Fakat alışık olmadığımız üzere bu sefer hikayenin dedektiflik kısmında bir erkek karakter bizleri karşılıyor. İskandinavya topraklarının havasından ve suyundan yararlanmış bir oyuncu olan İsveçli Stellan Skarsgard ile alışık olmadığımız bu duruma çabuk uyum sağlanmamız hedeflenilmiş.

Nordic noir türünün erkek yazarları tarafından sıklıkla kullanılan kadın kahramanlar yerine bu sefer ezberleri bozan seçimiyle, dizinin yazar-yaratıcı kısmında  Abi Morgan oturuyor. Son yıllarda yıldızı parlayan bu isim Shame ve The Iron Lady filmlerinin senaryo yazarıydı. Ayrıca 2 sezon süren The Hour dizisi ile 2013 yılı Emmy ödüllerinde mini dizi ve tv flmi kategorisinde en iyi senaryo ödülü kazanmışlığı var. Hikayelerinde adı geçen karakterleri en ince ayrıntısına kadar işleyen, psikolojik ruh halleriyle yakından ilgilenen ve bunu izleyiciye aktarmasındaki başarısı ile tanınan yazar bu bakımdan River’da da bizleri hayal kırıklığına uğratmıyor.

Not: Şimdilik BBC One’da ilk sezonu 6 bölüm halinde yayınlanan dizinin düzgün bir sonu da var. Bu sayede 2.sezon onayına bakılmaksızın kafanız rahat bir şekilde izleyebilirsiniz.

Konuya biraz daha yakından bakalım:

Dedektif Stevie cinayetinin üzerinden 3 hafta geçtikten sonra bizler konuya dahil oluyoruz. Basının oldukça yakından ilgilendiği bu cinayette elde olan ipuçları oldukça zayıf durumdadır. Stevie’nin ortağı John River gecesini gündüzüne katıp katilleri bulmaya adamıştır. Bu arada önüne gelen diğer davalarla da ilgilenmektedir. Oldukça sıradışı bir karakter olan dedektifimizin zihni parçalanmış bir enkaz halindedir. Soruşturduğu davalardaki ölmüş suç mağdurları ona belli belirsiz vakitler görünebilmektedir. Hayalet olarak adlandırmamızın basit ve komik kaçacağını düşündüğüm bu imgeler ile konuşması, ona göre davalarının çözümünde yol göstermektedir. Bu imgeler, River’ın kendi bozuk zihninde yarattığı şeyler olduğundan aslında kişinin kendi kendiyle konuşmasıdır. Onlardan yardım gördüğüne inanması ise bozulmuş olan mevcut ruhsal durumunu kabul edememesinden kaynaklanır.River’ın gördüğü imgeler arasında ölen ortağı Stevie de vardır. River onun cinayetindeki ipuçlarını takip ederken Stevie her an onun yanındadır. Hem de hayatta iken onun yanında olduğundan daha fazla yakındır. River, diğer ona görünen imgelerle birlikte Stevie ile de gerek sokak ortasında, gerek trende yolculuk yaparken, gerekse evinde  sık sık konuşur. Çevredekilerin kendi kendine konuşma olarak yorumladığı durum karşısında sık sık meraklı bakışlara maruz kalır.

Stevie olarak görünen imge aslında River’ın bir parçasıdır. Onun hüzünlü yapısı ve pişmanlıklarını yansıtır ama aynı zamanda neşeli taraflarını da açığa çıkartır. İşte o eğlenceli anlarda çalan şarkı;

Not 2: Eddie Marsan’ın canlandırdığı karakter ise dizinin en enteresan noktalarından biridir. River’ın gördüğü imgelerden olan bu karakterin hikayede bir ismi yoktur. Bu karakter, kısa adı ile ‘Cream’ olarak tanınan Thomas Neill Cream, 1850-1892 yılları arasında yaşamış bir seri katildir. Asıl mesleği doktorluk olan bu zat hem Amerika hem de İngiltere’de sokakta takip ettiği birçok hayat kadınını striknin ile zehirlemiştir. Yetmemiş üstüne epilepsi hastalarına da bu zehri vermiştir.

River: Kimsin sen?

Cream: Ben senim. Ben çaresizliğinim. Ben ölümüm.

Cream, River’ın derin düşünceleri altındaki karanlık parçaların fiziksel-duygusal ve sözel belirtisidir. Kendinden şüphe etiği anları ve öfkesini sembolize eder.

Diğer yan karakterler hakkında kısa kısa:

Ira King – Adeel Akhtar

River’ın yeni ortağı olarak, Stevie’nin yerini doldurmak gibi zor bir göreve başlar. River’ın ruhsal durumunun farkında olan karakter, onunla güçlü bir bağ oluşturup işleri yoluna koymanın gayreti içerisindedir.

Chrissie Read – Lesley ManvilleRiver’ın ruhsal durumundan endişeli ama mesleki tecrübesine oldukça güvenen patronudur.

Rosa Fellows – Georgina RichRiver’ın psikoloğu olan Rosa, onun sorunlarına özel olarak yakınlık gösterir. River Stevie’nin yasını tutarken çevresinden sadece Rosa’ya açılabilmiştir.

Tanıtım Fragmanı

 

Bir yanda buruşmuş suratı ile ekrana pişmanlık ve kederli gözlerle bakıp sağındaki solundaki şeytanlarıyla cebelleşen, diğer yanda enerjik, komik ve çok az insana nasip olabilecek muhteşem gülümsemesi ile birbirinin iki zıt oyuncuyu izlemek ayrı bir keyifti. İzlemek isteyenlere iyi seyirler.

26 Kasım 2015 Perşembe

Snow White with the Red Hair – Tanıtım

Bir oturuşta bitirdiğim, çok beğendiğim bir animeyi tanıtmak istiyorum sizlere. Geçtiğimiz yaz aylarında bizlerle buluşan ve 7.90 gibi bir myanimelist puanı olan bu anime Snow White with the Red Hair. Türkçe’ye çevirecek olursak Kırmızı Saçlı Pamuk Prenses diyebiliriz. Türleri arasında dram, fantastik, tarihi, romantizm ve shoujo bulunmakta. Animeyi tanıtmaya geçmeden önce kısaca Shoujo’nun ne olduğuna bakalım.

Shoujo veya Shōjo Nedir?:

“Küçük kız”, “genç kız” anlamına gelen Japonca bir kelimedir. Animenin/manganın hitap ettiği izleyici/okuyucu kitlesini belirtmek için kullanılır. Hedef kitlesi 10-18 yaş grubu kızlar olan Shoujo’yu, Shounen’in hedef kitlesi kız olanı gibi de düşünebiliriz. Hedef kızlar olmasına karşın erkek takipçileri de şu anda az değildir (Kızların shounenle ilgilendiği gibi).

Belli Başlı Özellikleri:

Kavga-dövüşten çok duygular vurgulanır.Gerçekçi, sıralı anlatım az kullanılır, izlenimciliğe ve kurguya daha çok yer verilir.Giysilerin ayrıntılarına hatırı sayılır bir önem verilir.Erkeklerin genel olarak hepsi yakışıklı ve dikkat çekici olur (Eh kızlar için hazırlanıyor sonuçta ).Kız karakterlerin gözleri diğer türlere göre daha büyük çizilmiştir ve karakterler bir tık daha sevimli ve sempatik görünürler.

Shoujo Hakkında Yanlış Düşünceler:

Shoujo Anime/Manga denince ilk akla “aşk hikayeleri” gelir ve başka konuların işlenmediği düşünülür. Evet, aşk öyküleri bayağı yaygındır fakat bunlar düşsel, bilim-kurgu, gerilim ve korku türlerini içeren geniş Shoujo-Manga geleneğinin yalnızca bir parçasıdır. Hatta bazı Shoujo Anime/Manga’lar romantik veya duygusal ögeler içermez ve hatta bazıları erkek takipçileri amaçlayan diğer yapıtlar (Shounen türü gibi) kadar açık ve temel içgüdülere yönelik olabilir. Ayrıca korku mangası pazarında Shoujo-Mangalar egemendir.

 

KONUSU:

İlk bölümden ispiyon (spoiler) vererek konuya değinecek olursak; Shirayuki, elma kızılı saçlara sahip güzel bir kızdır. Tanbarun şehrinde bir şifacıdır. Bir gün Tanbarun Prensi Raj, Shirayuki‘nin çok güzel olduğunu öğrenip kendisinin cariyesi olmasını ister. Tabii ki Shirayuki bunu reddeder ve uzun saçlarını kesip şehirden kaçar. Clarines şehrinde ormanda uyuklarken Zen isimli bir çocuk ve iki arkadaşıyla tanışır. Daha sonradan öğrenir ki Zen, Clarines şehrinin prensi yanındakiler de yaverleridir. Zen, Shirayuki‘nin Raj‘dan kurtulmasına yardım eder. Shirayuki de Clarines şehrinde yaşamaya karar verir ve burada şifacı çırağı olur.

KARAKTERLER:

Shirayuki:

Animenin ana kahramanı olan elma kızılı saçlara sahip güzeller güzeli Shirayuki. Çok yetenekli bir şifacı. Oldukça sağlam bir karaktere sahip. Zorluklara tek başına göğüs gerebilmekte. Öyle ki herkesi rahatlıkla karşısına alabilecek biri. Shirayuki‘yi Saori Hayami seslendirmekte.

 

Zen:Animenin baş erkek karakteri olan Zen, diğer prenslerin aksine kibirli veya umursamaz değil. Halkına değer veren biri. Özellikle iki yaverini çok sevmekte. Bakalım Zen, aklı Shirayuki‘deyken nasıl hareket edecek? Zen, Ryota Osaka tarafından seslendirilmekte.

 

Mitsuhide:Kendisi Prens Zen‘in yaveri. Oldukça iyi bir savaşçı ve Zen‘i çok sevmekte. Bazı hareketleri tam bir komedi. Çoğu kişinin en çok seveceği karakter bile olabilir. Mitsuhide, Yuuichirou Umehara tarafından seslendirilmekte.

 

Kiki:Zen‘in diğer yaveri. Biraz sessiz bir karakter, kendisi hakkında çok fazla yorum yapamayacağım. Kiki, Kaori Nazuka tarafından seslendirilmekte.

 

Obi:Başlarda olan bir olay yüzünden pek güvenilmese de sonradan seriye güzel bir şekilde dahil oluyor. Kesinlikle değişik bir tip. Obi, Nobuhiko Okamoto tarafından seslendirilmekte.

NE KADAR UZUN?

Toplamda 4 saat, 12 bölümden oluşmakta. İkinci sezonu Ocak ayında gelecek. (Çok sevindiğim bir haber )

NE BEKLEMELİYİM?

Kesinlikle romantizmi tam dozunda kullanmışlar. Öyle abartılı değil. Yerinde duygusal sahneler (Evet bir sahnede ağladığımı kabul ediyorum) var.

NE BEKLEMEMELİYİM?

Aksiyonun olduğu birkaç sahne var ama çok fazla bir şey beklemeyin.

Shirayuki tatlılığıyla beni benden aldı resmen. İzlediğim animeler arasında gördüğüm en tatlı karakterlerden biri. Zen‘in etrafındakilerle arasındaki bağı çok güzel. Eğer tadında romantizm, duygusallık ve dram (Çok az da olsa komedi var içinde. 1-2 sahnede baya güldüm.) izlemek istiyorsanız Snow White with the Red Hair doğru adres. İzleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.

NOT: Shoujo açıklaması şuradan alınmıştır.

 

24 Kasım 2015 Salı

Kör Noktadan Çıkan Sırlar | Blindspot — Tanıtım

Blindspot, geçtiğimiz Eylül ayında yayın hayatına başlayan bir NBC dizisi. Her ne kadar kanalı iptal/devam konusunda zihinlerimize kötü nam salmış olsa da dizi aldığı tatmin edici reytingleri sayesinde 2. sezon onayını şimdiden aldı bile. Klasik formüllü polisiyeyi merak uyandırıcı bir ana konuyla buluşturan bu diziyi tanımak isteyenler buyursunlar yazının devamına.

KONU

Amerika’nın en kalabalık şehirlerinden New York’un göbeğinde yer alan ve her gün binlerce kişinin yolunun düştüğü Times Meydanı‘nı duymuşsunuzdur. İşte bu meydanın göbeğinde günlerden bir gün, sahipsiz bir çanta bulunur. Çantanın üzerinde ise “FBI’ı Arayın” yazılı bir not bulunmaktadır. Bomba şüphesi taşıyan çantanın bulunmasıyla meydandaki yüzlerce insanın alandan uzaklaştırılması uzun sürmez. Kısa süre sonra bomba imha ekibi olay yerine varır. Durumun buraya kadar yeterince tedirgin edici oluşu yetmezmiş gibi bu gizemli çanta bir anda kıpırdamaya başlar. Bir süre sonra bu çantadan vücudunun her yeri çeşitli dövmelerle dolu, çıplak, genç bir kadın çıkar. Ancak bu kadın ne buraya nasıl geldiğini, ne de kim olduğunu hatırlayabilmektedir. İşte hikayemiz de FBI tarafından gözetim altına alınan bu genç kadının FBI ajanı Kurt Weller ile bir şekilde yollarının kesişmesiyle başlıyor.

Çok geçmeden kadının üzerindeki her bir dövmenin bir çeşit bilmece ya da yapboz parçası görevi gördüğü ve her birinin farklı bir olayın ipucu olduğu anlaşılıyor.  Bu noktadan sonra bizler de bu gizemli kadının kimliğini ve nasıl bu hale geldiğini öğrenmeye çalışırken, bir yandan da her hafta bir dövmenin sırrının çözülmesine ve ekibimizin dövmelerin verdiği ipuçlarını takip etmesine tanık oluyoruz.

 

KARAKTERLER / OYUNCULAR Jane Doe

 

Kendisi konu kısmında bahsi geçen gizemli kadın. Zaman zaman geriye dönüşlerle hakkında bazı bilgiler edinecek olsak da ilk etapta kendisi hakkında hiç bir bilgimiz yok. E o zaman Jane adı nerden çıktı derseniz, ABD’de kimliği belirlenemeyen erkeklere John Doe, kimliği belirlenemeyen kadınlara Jane Doe deniliyor. Biz de gerçek adını bilmediğimiz ana karakterimize Jane adını takmış oluyoruz böylece.

Karakteri güzel oyuncu Jaimie Alexander canlandırıyor. Oyuncu son yıllarda Marvel Sinematik Evreni‘yle bir hayli içli dışlı olmuş bir isim. Dolayısıyla kendisini yakın zamanda yer aldığı Thor filmlerinden ve Marvel’s Agents of S.H.I.E.L.D. dizisindeki konuk oyunculuğundan tanımanız mümkün. Geçmişte bir dönemin popüler dizisi Kyle XY’da da rol almış olan oyuncu, en son HBO komedisi The Brink’e birden fazla bölümde konuk olmuştu.

Kurt Weller

 

İşinde başarılı, karizmatik ve bir o kadar da ciddi bir FBI ajanı. Jane’in vücudunda yer alan “KURT WELLER FBI” dövmesinden dolayı kendisini bir anda Jane ile ilgilenen ekibin içinde ve olayların ortasında buluveriyor. Tahmin edebileceğiniz gibi Jane’in yaşadığı bu süreçte önemli destekçilerinden biri.

Karakteri Sullivan Stapleton canlandırıyor. Oyuncu daha önce Strike Back dizisinde başrol olarak yer almıştı. Ayrıca kendisini geçtiğimiz yıl gösterime giren “300: Rise of an Empire” filminde yine başrolde izlemiştik.

Bethany Mayfair

 

Jane ile ilgilenmekte olan FBI biriminin müdürü. Ekibine her konuda güvenen ve onları her zaman destekleyen bir yapıda. Ancak kendisinin de birtakım tehlikeli sırları mevcut.

Karakteri Marianne Jean-Baptiste canlandırıyor. Bir adet Oscar ödülü adaylığı (Secrets & Lies – 1996) bulunan, Without a Trace izleyenlerin yakından tanıdığı İngiliz oyuncuyu en son başarılı İngiliz dizisi Broadchurch’ün ikinci sezonunda izlemiştik.

Edgar Reade

 

Ekibin bir diğer üyesi olan Reade’nin Jane hakkında ciddi şüpheleri var. Dövmeleri körü körüne takip etmenin olumsuz sonuçları olacağına inanıyor. Zaman zaman bu şüphelerini dile getirmekten çekinmiyor. Yine de ekibe elinden gelen her şekilde yardım ediyor.

Karakteri Rob Brown canlandırıyor. Oyuncuyu daha önce rol aldığı HBO dizisi Treme’den hatırlamak mümkün.

Ajan Patterson

 

FBI’ın Adli Tıp biriminin başında yer alıyor. Jane’in vücudundaki dövmelerin sırrını çözmek için sürekli çaba harcıyor. Ayrıca ekibe davaları çözmesi için de pek çok konuda yardımı dokunuyor.

Karakteri Ashley Johnson canlandırıyor. Oyuncu daha önce pek çok dizi ve filmde irili ufaklı rollerle karşımıza çıkmış.

Tasha Zapata

 

Ekibin bir diğer üyesi. Genelde ekiple uyumlu bir görüntü çiziyor. Özel hayatında birtakım sorunlar yaşıyor ve bu sorunları ekip arkadaşlarına yansıtmamaya çabalıyor.

Karakteri Audrey Esparza canlandırıyor. Kendisini Public Morals, Black Box, Power gibi pek çok diziden tanıyor olabilirsiniz.

Doktor Borden

 

Karakterimiz işinde başarılı, hevesli genç bir doktor. Jane’in tıbbi bakımından sorumlu ve onun yaşadığı bu zorlu sürece alışması için çabalıyor. Kendisi ayrıca Jane’in hafızasını yerine getirmek ve onun kimliğini belirlemek için de Jane ile birlikte çalışmalar yapıyor.

Karakteri Ukweli Roach canlandırıyor. Oyuncuyu E! kanalının The Royals dizisinden tanıyor olmanız mümkün.

 

Karakter posterlerinin daha büyük halleri için şuraya uğrayabilirsiniz.

MUTFAKTAKİLER

Dizinin yaratıcısı daha önce Dark Matter, The L.A. Complex, Bored to Death, Stargate Atlantis gibi dizilerin de mutfağında yer almış olan Martin Gero. Yapımcı koltuğunda oturan isimler ise Mark Pellington (“Cold Case”), Sarah Schechter (“Arrow”, “The Flash”), Martin Gero, Greg Berlanti (“Arrow”, “The Flash”, “Brothers and Sisters”) ve Howard Griffith (“Criminal Minds”, “Empire”). Yapımcı şirketleri Berlanti Productions, Quinn’s House ve Warner Bros. Television olan dizinin müziklerinde Blake Neely (“Arrow”, “The Flash”, “Supergirl”, “The Mentalist”) imzası var.

SON SÖZ

İlk sezonu 23 bölüm sürecek olan dizi girişte de bahsi geçtiği gibi halihazırda 2. sezon onayını da almış durumda. Bir yandan güzelce ana konusunu işlerken, diğer yandan bölümlük konulara eğilen bir dizi izlemek istiyorsanız Blindspot’un en azından ilk bölümüne bakmanızda fayda var.

VİDEOLARFragmanAçılış Jeneriği

20 Kasım 2015 Cuma

Agents Of S.H.I.E.L.D. 3×8 İncelemesi | Bu Dizi Bir Vites Daha Attı, Tutamıyoruz!

Baktım ki 3 bölüm olmuş bir inceleme yazmamışım, şöyle de enfes bir bölüm gelmiş; üzerine birkaç şey konuşmadan olmaz değil mi? Bu hafta yine hiç beklenmedik bir yerden seyirciyi şaşırtıyor. Marvel Sinematik Evreni’ndeki Hydra hakkında bildiğimiz bir şeyin aslında hiç öyle olmadığını öğreniyoruz. Her zamanki gibi buradan sonrası ispiyondur efenim.Öncelikle en memnun kaldığım yerden başlayarak gireyim konuya: Bu dizi oyalanmayı sevmiyor, seyircisini sıkmayı sevmiyor. Gideceği yolu belli, anlatacağı konuları bol. Senaryosuna güveniyor ve çat çat çat giderek önüne bakıyor. Geçen haftaki bölüm sonundan sonra hepimiz Coulson’un haberi yok, eyvah yine herkes birbirinin arkasından iş çeviriyor, yine mi ajanlık, yine mi hainlik diye düşünmüştük. Fakat daha en baştan görüyoruz ki Coulson kadına zerre güvenmiyormuş. Kadının güvenini kazanır kazanmaz hemen gerekli hamlesini yapıyor. Bu yönünü takdir ettim, izleyiciye “S.H.I.E.L.D.’ın Direktörü salak mı yav, nasıl durumu farketmez?” diye ekrana karşı bağırtmıyor.Yine bol bol flörtleşseler de Daisy’lerden gelen haberle Coulson hemen önlemini aldı ve o kilitli kaldıkları odada birbirlerine içlerini döktüler. Burada da ayrı bir güzel gelişme oldu ki Rosalind aslında Hydra ile çalıştığının farkında değilmiş. Bu tabii ki  Coulson – Rosalind shipçileri için muhteşem bir gelişme oldu. İlişkileri hala olabilir. Tabii kış finalinde ikisinden biri ölmezse. Açıkçası ben Coulson’ı bu aralar gidici buluyorum. Ama bu teorimle ilgili 9. bölümü gördükten sonra konuşmak istiyorum.Hydra demişken, Gideon Malick diziye gümbür gümbür girdi. Girdiğinden beri de ortalık hiç durulmuyor. Sen neymişsin be fabrikatör amcam. Bu bölüm öğrendik ki Avengers filmindeki Dünya Konseyi’nde gördüğümüz karakteri ile aynı kişiyi oynuyormuş. Amerika Başkanı’na bu kadar yakın bir kişinin bu kadar tehlikeli olması fena bir durum. Bence bu karakterin Civil War‘a kadar yolu var ama o Hydra’nın asırlık gerçek lideri o gezegenden dönerse vay herkesin haline.

Bu bahsettikleri ve sürgün edilen kişinin dönüşen ilk nainsan olma ihtimali var. Büyük ihtimalle de öyle gibi duruyor. Karakteri kim derseniz de şu anda hiçbir teorim yok zira eski yazımdaki teorilerim de çöpe gitmiş oldu çünkü kendisi bir nainsanmış. Dizinin yarattığı orijinal bir kötü olacak gibi duruyor. Ayrıca dizinin baharda gelecek olan sezonunda, yani kalan 12 bölümde bu kişiyle uğraşacağız gibi duruyor. Secret Warriors takımının kurulma nedeni bile bu kişinin dünyaya dönmesi olabilir. Ward iyice coştu valla. Yazarlar Ward’a büyük oynuyorlar, sezonun asıl kötüsü kendisi değil bence. Çünkü duyduğu onca hikayeye rağmen adam hala May’in canıını yakmakla uğraşıyor. Dünyaya hükmedeyim, yaşasın kötülük havası yok. İşi gücü eski ailesi olan S.H.I.E.L.D.’dan intikam almak.

Kendini sürekli geliştirirse bu gidişle Taskmaster karakteri olacak sanırım gerçekten. Özellikle bu bölümdeki sözü “I am adaptable – Uyarlanabilir biriyimdir.” lafı seyircilerin geçen seneden beri olan teorilerine bir selam mıydı yoksa ilerisi için bir ipucu muydu bilemiyorum.Bobbi – Hunter ikilisi de yine her zamanki gibiydi. Bir erkek olarak Hunter’ın her alanda işlevsizliği ve olaylara tepkisi bana hep kahkaha attırıyor. Bobbi’nin yeni çubukları ise Avengers: Age of Ultron filmindeki Kaptan Amerika’nın kalkanından ilham alınmış gibiydi. Onun kalkanı da yükseltilmişti ve istenildiğinde geri çağırabiliyordu.

Ufak ufak notlar:

Fitz – Simmons ilişkisi bu bölüm istediğimiz yerlere gitmedi belki ama şu kısıtlı zamanlarında bana verebildikleri, geçirebildikleri duyguya hayranım. Will dönene kadar bu iş çözülmeyecek sanırım.Konuk oyuncu Marc Dacastos karakteri ile ayrı bir hava kattı. Bu hangi nainsan bilmiyorum ama gücü bildiğin Magneto olmuş. Daha fazla görmek isterim kendisini.Mack’in Coulson’ı sorguya çekmesi hoşuma gitmedi. Bunu Daisy yapabilir belki ama sen kimsin yahu? Harbiden yani “Seni ilgilendirmez Mack. Yavaş ol.”May ve Lincoln ikilisi de fena değildi. May hala bir duygu geçiremediği için tek izlediğimiz Lincoln’ün endişeli bakışları ve May’in donuk suratıydı.Monolit’in ön kısmındaki eksik kısımlar hep dikkatimi çekmişti zaten. Meğer Hydra’nın elindeymiş. Peki o kadar ufak bir taşla kapı açabilecekler mi? Ancak içeri taş atabilirler gibi sanki. En fazla bira gönderirler. Will’in canı çekiyordu zaten. Buz gibi bira gönder Jemma SHIELD, YTÖE’yi hacklerken güvenlik görevlilerinin Mr. Robot bölümünü konuşmaları da çok hoş bir ayrıntıydı.Hydra Andrew’u değil de Lash‘i pis işlerine bulaştırmayı planlıyor. Koskoca Lash 3 örgüt arası oyuncak oldu yahu.

18 Kasım 2015 Çarşamba

The Walking Dead | Çizgi Roman ve Dizi Arasındaki Farklar

AMC‘nin The Walking Dead dizisi günümüzde en çok bilinen, sevilen ve izlenen dizilerden bir tanesi. Dizi, 2003 yılında yayınlanmaya başlayan çizgi romanın uyarlaması olarak 2010 yılında bizlerle buluştu. Çizgi roman deyip deyip duruyoruz; peki dizi, çizgi romana ne kadar sadık kalıyor? Öncelikle belirtmek gerekirse çizgi roman diziye oranla çok daha sert, vahşi ve acımasız bir evrende geçiyor. Yazının bundan sonrası The Walking Dead’in 5. sezon finaline kadar olan bölümlerinden ağır ispiyon (spoiler) içermektedir. İzlemeyenler için ispiyon alarmını verelim. Buyurun yazının devamına efenim

 

Rick Grimes:

Rick, çizgi romanda diziye paralel bir psikoloji içinde. Zor kararları hep grubun iyiliğini önde tutarak alıyor. Bu özelliği sayesinde gruptakiler tarafından lider olarak görülüyor. Farklılığa gelecek olursak çizgi romanda Rick sağ elini kaybediyor.Yakalanıp Vali‘nin mekanı olan Woodbury‘e getirildiğinde, Vali ile dostça bir muhabbet edeceğini düşünüyor ancak işler sandığı gibi gitmiyor. Vali, hapishanenin yerini öğrenmek için Rick‘in elini kesiyor.

 

Shane Walsh:

Shane‘i hepimiz diziden hatırlarız. Rick yokken Lori‘ye yürümüş, Rick geri döndüğünde ise Lori‘yi kaybetmeyi bir türlü kabullenememiş ve sürekli Rick ile ters gitmiştir. Sonucunda da çiftlikte yaşanan tartışmanın ardından, önce Rick tarafından öldürülmüş, daha sonra da zombiye dönüştüğünde Carl tarafından vurulmuştu. Çizgi romanda ise Shane‘in ölümü çiftliğe bile varmadan gerçekleşiyor. 7. sayı ile birlikte Shane nalları dikiyor. Tek farkı ölümü direkt Carl‘ın elinden oluyor.

 

Lori Grimes:

Belki de dizide uyuz kapılan karakterlerden bir tanesiydi Lori. Ama hatırlanacağı üzere ölüm sahnesi dizide en iyi işlenmiş ve en duygusal sahnelerden bir tanesiydi. Lori, Judith‘i doğururken ölüyordu. Carl da annesinin kafasına, dönüştükten sonra (belki de dönüşmeden önce) kurşun sıkmak zorunda kalıyordu. Çizgi romanda ise hapishane baskınında Rick‘in elinde mekanı savunmak için çok az kişi olduğundan, burada tam bir katliam baş gösteriyor. Bu sırada Glenn, Maggie, Dale (çizgi romanda bu zamanlarda hayatta) ve Andrea kendi yollarına bakmak istediklerini söyleyip hapishaneden ayrılıyorlar ve hapishane iyice savunmasız kalıyor. Bu sırada Vali‘nin görevlendirdiği bir kadın Lori‘yi arkadan vuruyor ve Lori kucağında Judith varken yüz üstü yere düşüyor. Bu sırada bebek Judith de ölüyor

 

Michonne ve Governer (Vali):

Çizgi romanın ne kadar vahşi ve sert olduğunu en iyi gösteren olaylar bu ikili arasında yaşananlardır. Dizide Vali, Maggie‘yi Glenn‘in gözleri önünde soyarak onu korkutmaya çalışıyordu. Çizgi romanda ise Rick, Glenn ve Michonne (çizgi romanda Maggie Woodburry’de yok) Vali‘nin eline düşüyorlar. Rick‘in elini kesen Vali en kötü şeyleri Michonne‘a yapıyor. Sabah akşam işkence edip yorulana kadar devamlı Michonne‘a tecavüz ediyor. Glenn ise bunları duymak zorunda bırakılıyor. Vali‘nin çift taraflı olarak oynattığı bir askeri sayesinde üçlü oradan kurtuluyor. Vali bu planla hapishanenin yerini öğreneceğini düşünüyor. Ancak Michonne, Woodbury‘den ayrılmıyor. Vali‘nin sağ kolunu kesiyor, tırnaklarını söküyor, hayalarını kopartıyor, gözünü çıkartıyor ve rektumuna bir kaşık sokuyor.

İşkence ettiği Vali‘yi öldürmeyen Michonne, Woodbury‘i terk ediyor. Vali ise adamları tarafından bulunup tedavi ettiriliyor ve bundan sonra hapishane baskını gerçekleşiyor. Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere Vali, dizidekinden çok daha psikopat bir karakter.

İzleyenler hatırlar, Vali, Woodbury‘deki odasında kızının zombisini saklıyordu. Çizgi romanda ise bu sakladığı kendi kızı değil ve ona dizideki gibi davranmıyor. Dizide kızı ölmemiş gibi saçlarını tarayıp şarkı söylüyordu. Çizgi romanda ise zombinin dişlerini sökmüş ve onunla dudak dudağa öpüşüyor. Buradan Vali‘nin aynı zamanda pedofili (çocuk sevici) ve nekrofili (ölü sevici) olduğunu da öğreniyoruz (Bu adama sövmeyip de n’apılır?  )

Vali‘nin ölümü dizide Michonne‘un elindendi ancak çizgi romanda işler çok farklı gelişiyor. Baskında her şey Vali‘nin istediği gibi giderken Lori‘nin ölümü ile işler tam tersine dönüyor. Lori‘yi öldüren kadın, bir bebeği de öldürdüğünü görünce çıldırıp bu katliama sebep olan Vali‘yi öldürüyor.

 

Tyreese Williams ve Hershel Greene:

Hershel‘ın ölüm sahnesini hepimiz hatırlarız Hapishane baskınında Vali‘ye yakalanmıştı. Vali, Rick‘e hapishaneyi teslim etmezse Hershel‘ı öldüreceğini söylemişti. Grubun reddetmesi üzerine Vali tarafından kafası kesilerek öldürülmüştü. Tyreese ise çocuk bir zombi tarafından ısırılarak ölmüştü. Çizgi romanda ise bu iki karakter de hapishane baskınında ölüyor ancak büyük bir farklılıkla: Dizide yakalanıp başı kesilen Hershel iken çizgi romanda bu rol Tyreese‘de. Hapishaneye yakın bir yere kamp kuran Vali ve grubunun işini bitirmek için Michonne ile baskın yapan Tyreese yakalanıyor ve Hershel‘ın dizide yaşadığı olayları o yaşıyor. Hershel ise hapishaneyi savunduğu sırada oğlunun ölümüne şahit oluyor ve kafayı yiyor. Dizlerinin üstüne çöküp ağlarken Vali yanına geliyor ve Vali‘ye kendini öldürmesi için yalvarıyor.

Karakterlerine gelecek olursak Hershel, dizideki gibi tonton bir dedemiz değil. Çok cins bir adam ve aşırı derecede dindar. Mesela çocukları “Allah belanı versin” dediğinde hemen fırçalıyor. Tyreese ise çizgi romanda çok daha ön planda olan bir karakter. Rick gibi onda da liderlik vasfı var ve bazı zamanlarda Rick ile fikir ayrılıklarına düşüyorlar. Ayrıca dizinin aksine çapkın bir karakter ve dizideki gibi sonradan iyi kalpli birine dönüşmüyor. Aksine durumu daha da vahim bir hal alıyor.

NOT: Çizgi romanda Tyreese, Carol ile birlikte yaşıyor. Ancak Michonne gruba katıldıktan sonra Carol‘ı bırakıyor.

 

Carol Peletier:

Dizinin ağır ablası, rambosu, savaş makinesi Carol‘a geldi sıra. Dizide Carol ilk sezonda kocasından dayak yiyen silik bir kadınken bir efsaneye dönüşüyordu. Ancak çizgi romanda öyle bir şey gerçekleşmiyor. Carol yine çok silik bir karakter olarak devam ediyor. Tyreese ile birlikte yaşarken Michonne‘un gelmesiyle terk edilince keçileri kaçırıyor. Daha sonra Rick‘e kendisini ikinci eşi olarak almasını teklif ediyor (Lori bu olay sırasında hayatta). Rick tarafından da reddedilince iyice kafayı yiyiyor. Çıldıran Carol hapishanede araştırma için bağlanıp tutulan bir zombiye kendi isteği ile sarılarak intihar ediyor. Evet, Carol çizgi romanda ölüyor.

 

Lizzie ve Mika (Ben ve Billie):

Hapishanedeki iki kardeşi hatırlıyorsunuz değil mi? Carol‘ın bakımlarını üstlendiği iki kız kardeş çizgi romanda Ben ve Billie adında iki erkek kardeş olarak yer alıyor. Kısaca hatırlatacak olursam; hapishane baskınından sonra büyük kardeş Lizzie hafiften kafayı yemişti ve kardeşi Mika‘yı öldürmüştü. Bunun üzerine de Carol, Lizzie‘yi öldürmüştü. Çizgi romanda ise Ben ve Billie, Andrea ve Dale‘ın gözetimine veriliyorlar. Dizidekine benzer bir şekilde büyük kardeş Ben küçük Billie‘yi öldürüyor. Abraham ve Rick, Ben‘in tehlikeli olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini savunuyorlar ancak Andrea buna şiddetle karşı çıkıyor. Ben‘i bir kamyona kapatıyorlar. Bir gece Ben‘in işini Carl bitiriyor. Yaşı küçük olmasına rağmen tıpkı babası gibi büyük kararlar alıyor Carl da.

 

Dale Horvath:

Dizide karavanı olan ve devamlı bu karavanın tepesine tüneyen Dale‘ın ölümü dizide çok basit bir şekilde olmuştu. Çizgi romanda ise Dale uzun bir süre hayatta kalıyor ve bayağı aktif bir karakter. Andrea ile birliktelikleri var. Bilindiği üzere dizide bacağı ısırılıp da kesilen kişi Hershel‘dı ancak çizgi romanda bu kişi Dale. Ayrıca meşhur “Izgara keBob” olayı da Dale‘ın başına geliyor. (Evet, Bob da çizgi romanda yok.) Dönüşene kadar Andrea başında bekleyip kafasına sıkıyor.

 

Andrea Harrison:

Andrea‘ya çizgi romanın Carol‘ı (dizideki) diyebiliriz. Muhteşem bir keskin nişancı. Dizideki gibi Vali ile bir ilişkisi yok. Açıkçası Woodbury‘de ekipten kimse kalmıyor.

 

Diğer Bilgiler:

Dizinin en sevilen karakteri Daryl çizgi romanda yer almıyor. Ayrıca Bob, Sasha ve Beth de yok.İlk sezondaki bilim adamı da çizgi romanda yok. Hastalığın çıkışı vb. konulara hiç girilmiyor.Dizide bir sezon süren çiftlik bölümü çizgi romanda çok kısa sürüyor.Dizideki Terminus bölümü çizgi romanda yok. Terminus‘taki yamyamlar bir anda ortaya çıkıyorlar ve çok kısa sürede ortadan kayboluyorlar.Maggie dizideki gibi aktif ve işe yarayan bir karakter değil. Çok pasif bir karakter.Sophia dizideki gibi ölmüyor. Dizinin geldiği yerde hala hayatta. Carol öldükten sonra Glenn ve Maggie, Sophia‘yı evlatlık alıyorlar.Morgan gruba dizidekinden daha erken katılıyor ve daha mazlum bir karakter. Ayrıca gruba katılmadan önce zombiye dönüşen oğlunu canlı insanlarla besliyor.Alexandria‘nın başındaki kişi kadın değil, erkek. İsmi Douglas. 5. sezon finalindeki sahnede doğal olarak öldürülen Douglas‘ın eşi oluyor ve vur emrini de Douglas veriyor.

 

Dizimizin çizgi romanla arasındaki farklar 5. sezon finaline kadar böyle. Görüldüğü üzere çizgi roman çok daha karanlık ve vahşi bir evrende geçiyor. Bu yazıyı hazırlarken şu ve şu yazılardan faydalanılmıştır.

Sizce dizi çizgi romandaki gibi işlenseydi nasıl olurdu?

15 Kasım 2015 Pazar

Doktorların Gözünden Pazartesi Sendromu || Monday Mornings — Tanıtım

Bu sefer size, ömrünü olması gerekenden çok çok daha erkenden tamamlamış olan bir dizi tanıtacağım. Beni bilen bilir, dizi dünyasında en tahammül edemediğim şey yarım kalmış hikayelerdir. O yüzden baştan belirtmekte fayda var; bölümlük konulara sahip olan dizi karakterler üzerinden ara ara ana konular yaratmış olsa da bunların hiçbirini ortada bırakmadı. Yani eğer medikal dizilere açlığınız devam ediyorsa bu diziye ve dolayısıyla da aşağıdaki tanıtıma mini dizi kafasıyla sorunsuz dalabilirsiniz.

(Daha önce bu diziyle ilgili yapılmış yorumları, mini tanıtımının da yer aldığı şu yazıdan takip edebilirsiniz.)

Kimlik Bilgileri

Türü: Medikal, Drama

Yapımcısı: David E. Kelley, Sanjay Gupta

Sezon – bölüm sayısı: 1 sezon, 10 bölüm

Yayın tarih aralığı: 4 Şubat 2013 – 8 Nisan 2013

Bölüm süresi: 45 dk

Yayınlandığı kanal: TNT

Yapım Süreci ve Mutfaktakiler

Kendisi de bir beyin cerrahı olan Sanjay Gupta‘nın aynı isimli romanından uyarlanan dizinin başında legal ve medikal dramalarıyla isim yapmış olan David E. Kelley (The Crazy Ones, Harry’s Law, Boston Legal, Boston Public, The Practice, Ally McBeal, Chicago Hope) var.

Konu

Chelsea Devlet Hastanesi’nde cerrahi branşlarda çalışan doktorların mesleki ve kişisel hayatını bize aktaran bu dizi, adını pazartesi günleri cerrahi ekip şefinin önderliğinde yapılan M&M/311 toplantılarından alıyor. Hastanenin geri kalanının deli gibi neler yaşandığını merak ettiği bu toplantılarda tüm cerrahi branş doktorları bir araya toplanıyor, geçmiş haftanın vakaları ekip şefi tarafından inceleniyor, hatalı/komplikasyonlu işlemler kürsüde ilgili doktorların yüzüne vuruluyor ve onlardan meslektaşları önünde savunma yapması isteniyor. Bir kişinin eksiği ya da hatası bu düzen sayesinde oradaki her bir doktor için eğitici/öğretici olmuş oluyor.

Chelsea DH’de hiçbir yanlış gizli kalmaz.

Hata yaptıysanız bir pazartesi sizi bulacaktır.

Karakterler

Alfred Molina‘nın canlandırdığı

Dr. Harding Hooten

Cerrahi Ekip Şefi

Ving Rhames‘in canlandırdığı

Dr. Jorge Villanueva

Acil/Travma Şefi

Jamie Bamber‘ın canlandırdığı

Dr. Tyler Wilson

Nöroşirürji Uzmanı

Jennifer Finnigan‘ın canlandırdığı

Dr. Tina Ridgeway

Nöroşirürji Uzmanı

Keong Sim‘in canlandırdığı

Dr. Sung Park

Nöroşirürji Uzmanı

Sarayu Rao‘nun canlandırdığı

Dr. Sydney Napur

Kardiyovasküler Cerrahi Uzmanı

Bill Irwin‘in canlandırdığı

Dr. Buck Tierney

Organ Transplant Şefi

Emily Swallow‘un canlandırdığı

Dr. Michelle Robidaux

Nöroşirürji Asistanı

 

Son Söz

İlk bölümden itibaren keyif alarak izlediğim bir medikal drama oldu. Oyuncuların hepsini çok sevdim. Dizinin tarzını çok sevdim. Çok fazla medikal drama izlememiş biri olarak (House MD ve Scrubs var sadece listemde) beni (ara ara dağıttığı olsa da) tatmin etti. İptal olduğunu bilerek girdiğim için kafamda hep bir soru işareti vardı nasıl biteceğine dair ama ortada çok bir şey bırakmayarak minnetimi kazandılar. Güzel bir medikal dizi arayışı içindeyseniz buna bir bakın derim. Altyazısı da olandan arıyorsanız o durumda mutlaka bakın çünkü yakın zamanlı muadillerinin(Critical, Code Black) altyazısı da yok.

Tanıtım Filmleri

Aşağıdan kısalı uzunlu tanıtım filmlerini izleyebilirsiniz.

İzleyecek olanlara iyi seyirler…

14 Kasım 2015 Cumartesi

Boy Meets Girl — Tanıtım

Dizinin sloganı: Açık fikirli olun, insanları olduğu gibi kabul edin

Laverne Cox ve özellikle son dönemde Caitlyn Jenner ile birlikte transeksüel topluluğun hayatlarının ve sorunlarının daha öne çıktığı bariz bir gerçek. Hatta bir süre önce Caitlyn Jenner başından geçenleri, yeni hayatını ve trans toplumunun yaşadıklarını işlediği ilk sezonu 8 bölüm süren I Am Cait isimli bir reality şovda da yer aldı.

İngilizler ise farklı bir açıdan yaklaşarak ama yine bu konunun üstüne giderek bir dizi hazırlayıp bir süre önce izleyici karşısına getirdiler: Boy Meets Girl. Eylül başı BBC Two’da başlayan dizi, İngiliz adeti gereği çok uzun değil, 6 bölümden oluşmakta. Üstelik mini dizi kendileri. Sitkom türünde olduğu için de bölümleri 30 dakikayı geçmiyor.

2013’te BBC “Trans Comedy Award” isimli trans bireyleri olumlu açıdan aktaran senaryolara yönelik bir yarışma düzenlemiş ve dizinin senaryosu o yarışmadan birincilikle ayrılmıştır.

Yapım transeksüel birini merkeze oturtan ilk BBC komedisi ve bir transeksüel oyuncunun başrol olduğu ilk komedi olma özelliğini de taşıyor. Yani evet, dizinin başrolündeki Judy karakterini canlandıran Rebecca Root da bir transeksüel. Hatta dizinin yapımcısı bu konuyla ilgili “Transeksüel bir aktris seçmemiz gerektiğini hep biliyorduk, rol için transeksüel olmayan birini seçmelere aldığımızı sanmıyorum. Doğru hissettirmedi.” açıklamasını yapmıştır.

Giriş kısmını atlattığımıza göre o zaman gelelim bakalım konusuna:

Benim hiç oğlum olmadı. Dünyaya biraz hatalı gelen bir kızım vardı.

Dizinin isminin çevirisini yaparsak “Oğlan Kızla Tanışır” şeklinde bir cümle çıkıyor. Dizinin ana konusu da bu esasında.  Judy, birkaç yıl önce cinsiyet değiştirip kadın olmuş bir transeksüel. Neredeyse 40 yaşına gelmiş; hafif çatlak annesi Peggy ve biraz tuhaf kız kardeşi Jackie ile yaşıyor. Leo da ailesiyle yaşayan, bir baltaya henüz tam olarak sap olamamış bir karakter. Judy’nin annesi Peggy siparişle yemek, pasta gibi şeyler yapan bir kadın. Leo’nun annesi Pam ise bir güzellik salonunda kuaförlük yapıyor.

Bir gün tabiri caizse kader ağlarını örüyor ve bu ikili tanışıyorlar. Leo başta Judy’nin bir transeksüel olduğunu anlamasa da öğrendikten sonra Judy’nin beklediğinin veya deneyimlerinin gösterdiğinin aksine kaçmıyor. Böylece ikili yavaştan bir ilişkiye adım atıyorlar. Ama… İşte hikaye esasında bundan sonrasında ve bu “ama”nın üstünde şekilleniyor; her şeyi de ‘İngilizlere özel’ komedi anlayışıyla anlatıyorlar.

Judy: Peggy, Jackie — Leo & Judy — Leo: Pam’in patronu Anji, Pam, Tony, James

İlk başta durum dışarıdan sadece Leo’nun kendisinden epey büyük bir kız arkadaşının olması gibi görünse de yavaş yavaş konuyu açıyorlar ve aileleri de katarak hem Judy, hem de Leo açısından işliyorlar. Leo sorun yapmayacağını düşünse de aslında üstesinden gelemeyeceği veya kaldıramayacağı bir işin içine mi girdi? Başta annesi olmak üzere ailesinin ve çevrenin tepkileri ne yönde olacak? Birkaç yıldır transeksüel olsa ve ailesinden kabul görse de Judy, ciddi bir ilişkiye ve topluma gerçek kimliğiyle dahil olmaya hazır mı? Bunlar ve bunun gibi çeşitli sorular ve konular dizide yavaş yavaş cevabını buluyor.

Boy Meets Girl mini dizi olduğundan normal bir sonu da var elbette. Dürüst olmak gerekirse konusundan ve içeriğinden dolayı değil, espri anlayışı bakımından herkeslik olmayabileceğini düşünüyorum. Mesela transeksüellik ve aile açısından Judy’nin annesi Peggy her ne kadar takdire şayan birisi olsa da espritüel bakımdan bana hitap ettiğini pek söleyemem. İzledikçe alıştığım doğrudur. Kimine göre de Leo’nun kardeşi James’in halleri veya konuşmaları bayat gelebilir.

Diğer yandansa az altta da görünen Leo’nun annesi Pam, karakteriyle, dobralığıyla ve yorumlarıyla bana göre dizinin asıl yıldızıydı. Judy ve Leo arasında yaşananlar, dizideki komedi soslu transeksüel dinamiği de gayet izlenirdi. Diziye biraz gittikçe alıştığım doğru ama başından memnun kalktığım da doğru. Özetle Boy Meets Girl tam bir İngiliz dizisi efendim.

Böyle yani. En azından ilk bölümün denenmesi bir doz açık fikirlilik eşliğinde tavsiye edilir. İyi seyirler…

Fragman

10 Kasım 2015 Salı

İyisiyle Kötüsüyle Sinemaya Uyarlanmış TV Dizileri

Entertainment Weekly “iyisiyle kötüsüyle” televizyondan sinemaya uyarlanan dizileri sıralamış. EW’ya göre hangi diziler layıkıyla beyaz perdede yer alırken, hangileri hayal kırıklığı yaratmış bir göz atalım.

EN İYİLER* Charlie’s Angels (1976 – 1981)* The A-Team (1983 – 1987)* 21 Jump Street (1987 – 1991)* Get Smart (1965 – 1970)* Mission: Impossible (1966-1973)* Star Trek (1966 – 1969)* The Muppet Show (1976 – 1981)* The Brady Bunch (1969 – 1974)EN KÖTÜLER* Sex and the City (1998 – 2004)* Speed Racer (1967 – 1968)* The Wild Wild West (1965 – 1969)* Avatar: The Last Airbender (2005 – 2008)* Bewitched (1964 – 1972)* The Avengers (1961 – 1969)* Land of the Lost (1974 – 1977, 1991 – 1992)* The Mod Squad (1968 – 1973)* Scooby Doo, Where Are You? (1969 – 1972)

7 Kasım 2015 Cumartesi

Aşk Yeniden – Tanıtım

Gerek bölüm sürelerinin uzunluğu, gerek yetersiz bütçeler, gerek cıvkı çıkmış konular, gerek de yetersiz oyunculuklar nedeniyle birçoğumuz uzak dururuz Türk dizilerinden. Ama nadiren de olsa bazı diziler çıkar ve bir şekilde kendini sevdirmeyi başarır bize. İşte benim için bu nadir dizilerden olan, 2 sezondur keyifle izlediğim ve Salı akşamları FOX’ta yayınlanan Aşk Yeniden dizisini kısaca tanıtacağım ben de sizlere.

KONUTüm ailesini ve hayatını geride bırakarak aşık olduğu Ertan’ın peşinden ABD’ye kaçan Zeynep, hamile olduğunu Ertan’a söyleyince genç yaşta baba olmaktan korkan Ertan bebeği aldırmayı teklif eder ve ikili ayrılır. Ertan’dan gizli bir şekilde çocuğu doğuran Zeynep bir süre garsonluk yaparak ABD’de hayatta kalmaya çalışsa da sonunda pes eder ve Türkiye’ye dönmeye karar verir. Diğer tarafta ailesinin baskısından kaçıp ABD’ye eğitim için giden ve eğitimini tamamlayan Fatih de Amerikalı sevgilisi tarafından evlenme teklifi reddedilince yaşadığı hayal kırıklığıyla beraber Türkiye’ye dönmeye karar vermiştir.

İkili aynı seferle ülkeye dönerken uçak türbülansa girince hoş bir tesadüfle tanışırlar ve evlerine döndüklerinde kendilerini bekleyen aile baskısından kurtulmak için Fatih’in teklifiyle bir evlilik oyunu oynamaya karar verirler. Böylece Zeynep babasız bir çocukla baba evine dönmemiş olacak, Fatih de ailesi tarafından ayarlanan ve kendisini bekleyen istemediği bir evlilikten kurtulmuş olacaktır. Hikaye de böylece başlar.

KARAKTERLER VE OYUNCULAR

Zeynep (Özge Özpirinçci):

Zeynep, Karadenizli asabi bir babanın kızıdır. Babası ve halası tarafından büyütülmüştür. Babasından çok korkan Zeynep, bir o kadar da onu çok sever. Hayattaki en değerli varlığı oğlu Selim’dir. Dışarıdan yıkılmaz bir dağ gibi görünse de aslında çok narin bir kalbe sahiptir. Geçmişte yaşadığı acıları tekrar yaşamamak için güçlü görünmek ister.  Aşırı inatçıdır, asla geri adım atmaz. Mücadeleci bir yapısı vardır. Erkek gibi kızdır, başının çaresine bakmayı bilir. Dobra, esprili ve eğlencelidir. Yetiştirilme tarzı dolayısıyla zaman zaman tutucu ve gelenekçi olduğu da söylenebilir. Karakteri ilk kez 2008 yılında Cesaretin Var mı Aşka dizisi ile adını duyuran, Anadolu Kartalları ve Karışık Kaset filmlerinden tanıdığımız Özge Özpirinçci canlandırıyor.

 

Fatih (Buğra Gülsoy):

Fatih, ünlü ve zengin bir aile olan Şekercizadelerin torunudur. Aile değerlerine bağlı, iyi yetiştirilmiş bir gençtir. Çok büyük bir gönlü olan Fatih, herkese yukarıdan bakan o tipik zengin çocuklarından değildir. Hayatın zorluklarını hiç görmemiştir ama muhallebi çocuğu da değildir hani. Sevdiği her şeye büyük bir tutkuyla çabucak bağlanan biridir. Çabuk heyecanlanır, ağzı iyi laf yapar, sempatiktir, duygusaldır. Onu hayatta en çok zorlayan şey ise ailesinin kendisine yüklediği misyondur. Karakteri Unutulmaz dizisi ile adını duyuran, Fatmagül’ün Suçu Ne? dizisi ile daha da göz önüne çıkan, Kuzey Güney dizisiyle ise büyük hayran kitlesi edinen Buğra Gülsoy canlandırıyor.

 

 

Şevket Reis (Tamer Levent):

Zeynep’in babası. Hayatını balıkçılık yaparak kazanıyor. Kız kardeşi ve onun 2 çocuğu ile beraber yaşıyor. Sinirli, huysuz, bağırıp çağırmak hayat tutkusu olan, azıcık da kafadan sıyrık bir tip. Tıpkı kızı Zeynep gibi inatçı, kolay kolay affetmeyen, hatasını asla kabullenmeyen biri. Onun güvenini ve sevgisini kazanmak çok zor olsa da kazanan kişi için her türlü zorluğa katlanabilir Şevket Reis. Güçlü, hiç kimseden korkusu olmayan, hatta çoğu kişinin korktuğu biridir.

 

 

Fehmi Şekercizade (Orhan Alkaya):

Fatih’in babası. Ünlü bir iş adamı. Annesi, karısı ve kızı ile birlikte büyük bir malikanede yaşıyor. Annesine karşı aşırı denebilecek seviyede itaatkar. Zaman zaman sinirlense de genelde sevimli ve mülayim bir tip. İşleri Fatih’e devredip sakin, huzurlu ve mutlu bir emelilik hayatı yaşamayı arzulamakta ve teknesiyle dünya turuna çıkmayı hayal etmektedir.

 

 

 

Mukaddes Şekercizade (Lale Başar):

Fatih’in annesi, Fehmi’nin karısı. Fehmi’nin annesi Gülsüm Hanım ile sürekli bir didişme halindedir. Lüks içinde yaşamakta ve tam bir burjuva hayatı sürmektedir. İnsanları yönetmeye, onlar adına planlar yapmaya bayılır. Haliyle çocukları için de pek çok planı vardır. Kolay kolay pes etmez, onun lügatında ‘vazgeçmek’ kelimesi yoktur. Laf sokmayı ve bayılma numarası yapmayı çok sever. Zeynep’e karşı olan Mukaddes, Fatih’i İrem’le evlendirmek istiyor.

 

 

 

Selin (Nilay Deniz):

Fatih’in küçük kız kardeşi. Güzel, tatlı, deli dolu, sempatik. Abisinin aksine kimsenin ne düşündüğünü pek ciddiye almaz. Herkesi dinlese de en son kendi istediğini yapar. O da ağabeyi gibidir; parasıyla hiçbir zaman övünmez, son derece mütevazidir. Samimidir, insanlarla çabucak kaynaşır.

 

 

 

Orhan (Can Sipahi):

Zeynep’in halasının oğlu ama aynı evde büyüdükleri için küçük kardeşi gibidir. Dayısını ve Zeynep’i çok sever, onlara büyük saygı duyar. Dayısının elinde büyümesi sebebiyle ‘Oğlan dayıya çeker.’ sözünün canlı örneğidir adeta. Tıpkı dayısı gibi çabuk sinirlenen, huysuz, bağırıp çağıran bir tiptir. Gözü kara ve korkusuz biri olsa da dayısından çok çekinir, onun lafından çıkmaya korkar. Dayısı ile birlikte balıkçılık yapmaktadır. Her zaman duygularıyla hareket eder, onun vücudunda mantığa yer yoktur.

YAZARIN NOTU

Aşk Yeniden, son dönemde Türkiye’de oldukça popüler olan romantik komedi-aile draması karışımı bir tür. İşin romantik komedi kısmı su gibi akıyor gerçekten. Diyaloglar, espriler, oyunculuklar ve karakterlerin uyumu harika. Fatih&Zeynep çiftinin uyumunu izlemek, Buğra Gülsoy’un yerinde jest ve mimiklerle bezeli harika oyunculuğuna şahit olmak, birbirine zıt iki karakter olan Selin&Orhan ikilisini takip etmek son derece keyifli. Oyuncuların rollerinden ve bu dizide yer almaktan memnun oldukları her hallerinden belli. Bu durum da çok doğal, organik oyunculuklar sergilemelerine, belli ki çekinmeden doğaçlama yapabilmelerine ve kendilerini kısıtlamamalarına yol açıyor. Bu duygu da izleyiciye geçince tadından yenmiyor valla.

İşin bir de aile draması tarafı var tabi. Bu kısmı romantik komedi kısmı kadar sevmediğimi söylemeliyim. Türk dramasından zerre haz etmeyen biri olarak beni ilk birkaç bölüm rahatsız eder gibi olsa da alıştım işin bu tarafına da. Özellikle Şevket Reis karakterinin zaman içinde evrilmeye başlamasıyla drama kısmı da daha yenilir yutulur bir hal alıyor.

Mukaddes karakteri şahane gerçekten. Ben hayatım boyunca kötü karakter diye sunulan birini bu kadar sevdiğimi ve sahiplendiğimi hatırlamıyorum. İşin komedi tarafına büyük katkı sağladığını da belirtmeliyim. Lale Başar çok iyi iş çıkarıyor Mukaddes rolünde gerçekten.

Selin o kadar güzel, o kadar tatlı, o kadar deli dolu, o kadar sempatik ki izlerken onun rüzgarına kapılmamak elde değil gerçekten. Nilay Deniz’i seyretmek büyük bir lütuf.

Bir de Selim bebek var tabi. O kadar tatlı, o kadar sevilesi, o kadar uslu bir çocuk ki onu ben bile nüfusuma geçiririm valla Hiç ağlamayan, kim kucağına alırsa alsın garipsemeyen yapısıyla mükemmel bir çocuk gerçekten. [Not: Selim karakteri ikiz olan çocuk oyuncular canlandırmakta.]

Türk dizilerin süreleri can sıkabiliyor biliyorum ama romantik komedi sevenler muhakkak izlemeli bence Aşk Yeniden’i.

Fragman 1

Fragman 2

Jenerik Müziği